Burası, her yangında, ilk kurtarılacakları ateşe atan ikiyüzlülerin cenneti; kumdan kaleleri erkenden yıkılan, büyeyemeden yaşlanan biz çocukların cehennnemi.
Güzel ülkemin dört bir yanından sadece bir coğrafyasında bulunan, İç Anadolu'nun en kırsal şehirlerinin bir tanesinin köyünde dünyaya geldi Yiğit.
İri yapılıydı doğuştan, kara saçları ve kömür karası gözleri vardı. Bakışlarının altıda asalet yatıyordu daha çocukluğundan. Herkese gülerdi,
ağlaması sızlaması da fazla olmazdı. Hiç sıkıntılı bir çocuk değildi anlayacağınız. Erken yaşta yürümeye başlamıştı, ayakları diğer çocuklara göre daha kuvvetliydi.
Ağzından çıkan ilk kelimesi ise "Dede" olmuştu. Dedesinin de en sevdiği torunuydu Yiğit. İsmini de o koymuştu zaten. Dedesi Ahmet Efendi köyün ileri gelenlerindendi.
Köyde bir dediği iki olmazdı, herkesin saygıyla, sevgiyle yaklaştığı nadir insanlardan bir tanesiydi Ahmet Efendi. İnsanlar ona gözleri arkada kalmayarak mallarını emanet edebiliyordu.
Adaletli birisiydi, kimsenin parasında pulunda gözü yoktu. Geçinmesine yetecek boyutta bir tarlası vardı, orayı eker biçer yılı geçirecek mahsulü alırdı. Yiğit, dedesine büyük bir hayranlık besliyordu.Tek de yol gösterini oydu zaten.
Babası alkol illetine düşmüş, her gece gelir önce annesini pataklar ardından Yiğit'e. Yiğit içindeki baba sevgisini dedesine adamıştı. Dedesi de böyle bir oğlu olduğu için
içten içe kendisini yiyor fakat elinden bir şey gelmiyordu. Dedesi sayesince küçük yaşlarda tarla ile tanışmıştı, babasının Yiğit'e evdeyken zarar vermesine karşılık onu sabahları tarlaya götürür hem işi gösterir,
hemde onun yanında olmasını sağlıyordu. Yiğit'te büyük bir zevkle dedesiyle tarlaya gidiyor, elinden gelecek tüm işleri küçük bedeniyle en iyi şekilde yerine getiriyordu.
Böyle böyle 10 yaşına kadar dedesinin yanında gitti geldi. Dedesi amansız bir hastalığa yakalanıp yatağa düşeye kadar. Köydeki hemen hemen herkes Ahmet Efendi'nin bu durumuna çok üzülüyordu.
Öz oğlunun bile neredeyse hiç umrunda değildi. Bu durum Yiğit'in hiç hoşuna gitmiyordu. Üzülmekten göz altları kıpkırmızı olmuştu. Her gece başını yastığa koyduğunda o güzel gözlerinden
damla damla yaşlar süzülürdü. Dedesi onun herşeyiydi. Yiğit'in okuması için elinden ne geliyorsa yapmıştı. Bir süre sonra ise hastalığa yenik düştü Ahmet Efendi.
Yiğit için zor olan asıl zamanlar şimdi başlıyordu...
Babası için adeta gün doğmuştu sanki, yıllardır bu anı bekliyormuş gibi neşeliydi. Her akşam ellerini ovuşturur, tarladan gelecek parayı hayal ederdi. Bu durum Yiğit için çok zordu.
Babası Mehmet, köyde fazla sevilmeyen bir insandı. Her gece alkolün dibine vurur eve yıldızları sayarak gelir, evde olan tüm iyi havayı sömürürdü. Her gece karısını döverdi.
Yiğit çocuk aklıyla korkar her gece yorganın altında hüngür hüngür ağlardı. Bilinç altına işlenen baba profili adeta bir canavardan ibaretti. Mehmet öyle birisiydi zaten.
Hayırsız bir evlat, kötü bir baba ve kötü bir eş. Sigara içmekten dişleri altın sarısı olmuş ve bir kaçını da alkol yüzünden kömür gibi kapkara yapmıştı. Uzun olan sakalları sigara dumanından sararmış,
bıyıklarında yaşından dolayı beyazlamalar meydana gelmişti. Sıska, cılız bir şeydi. Giyinişine fazla önem göstermez, sivri burun ayakkabılarının topuklarının üstüne basardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARDUNYA
Teen FictionAnadolu'nun kırsal bir şehrinin küçük bir şehrinde doğmuştu. Eline fırsat verilse belki de bu hayatı asla seçmezdi. Kimden mi bahsediyorum? İsmi Yiğit, kendisi de adı gibi, çevik ve bir o kadar da kuvvetli. Köy çocuğu işte, herşeyin doğalı. Henüz 10...