Her nefes alan yaşamış sayılır mı?
İstanbul, kimilerine göre bir ızdırap, kimilerine göre büyük bir şahaser, Yiğit gibilerine ise sadece bir hayaldi. Hayallerine ulaşmasına kısa bir zaman kalmıştı.
Otobüs İstanbul'a girmişti, Yiğit bu dünya da değişmiş gibiydi sanki, gözleri gerçeği arıyor, kendisini bir türlü alı koyamıyordu. Camdan baktığında alabildiğine maviydi. Daha ilerde deniz, gökyüzü ile birleşiyor, martılar denizin üzerinde dans ediyordu. Denizin ortasında mükemmel bir şahaser, ben buradayım diyordu adeta. Bir o kadar küçük, bir o kadar da geniş bir anlam kaplayan kız kulesi, Yiğit'in gözünde adeta bir saray gibiydi. İçinde deniz kızlarının olduğu bir saray. Denizler aşılıp otobüs son durağına gelince, İstanbul'a karışacak Yiğit için o gün başlıyordu. Otobüsten adımını attığı ilk anda, yüzüne sıcak bir hava vurmasıyla irkildi. Nefes alması biraz zorlandı, biraz nefes alışverişinden sonra kendine ancak gelebildi. Böylesine bir havayla karşılaşmamıştı öncesinde, o çam kokuları, o alabildiğine yeşillikler yoktu. Büyük bir hayranlıkla izliyordu, muhtar önce işlerini halledip ondan sonra Yiğit'i gezdirecekti. Böylesine mükemmel bir şehir, saatler içinde keşfedilebilir miydi? İstanbul'u hissetmek için karış karış gezmek o bin bir güzelliği keşfetmek lazımdı.Öğle vaktine kadar bir oraya bir buraya koşturdular muhtarla, pek anlam veremiyordu ama öğle saatlerinde işleri bitmişti. Güzel bir öğle yemeğinin ardından İstanbul'u gezmeye başladılar, Eminönü, Galata Kulesi, Dolmabahçe Saray'ı, Topkapı Saray'ı derken Mihrimah Sultan Külliyesi'ne gelirler. Bütün büyüsü ve güzelliğiyle göz kamaştırmaktadır. Mimar Sinan'ın bu eserinin hikayesini Yiğit'e anlatmaya başlar muhtar:
-"Mihrimah Sultan, Osmanlı'nın "Muhteşem" lakaplı büyük cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'la olan efsane aşkının meyvesidir. Topkapı Sarayı'nda 1522 yılında doğan Mihrimah'a, Farsça'da Güneş ile Ay anlamına gelen adını, babası Sultan Süleyman koyar.
Zaman geçip, Mihrimah Sultan 17 yaşına geldiğinde evlilik için iki aday gündeme gelir. Biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeri ise Başmimar Koca Sinan. Mimar Sinan o yıllarda evlidir ve 50'li yaşlarındadır. Mihrimah, Hürrem Sultan'ın da girişimleriyle kayıtlara rüşvetçi ve entrikacı kimliğiyle geçen Rüstem Paşa'yla evlendirilir.
Aradan yıllar geçer Mihrimah Sultan, Koca Sinan'ı bir gün huzuruna çağırarak İstanbul'da güzel bir yerde kendi adına bir külliye yapmasını ister. Mihrimah, Sinan'ın "Nereye yapılmasını arzu edersiniz" sorusuna "Yerini sen seç" diye cevap verir. Bunun üzerine Mimar Sinan, 1540 yılında Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Külliyesi'nin temelini atar. Külliye, 1548 yılında tamamlandı."Yiğit bütün dikkatiyle izlemeye devam eder, kulağı muhtarda dır ve hayretler içerisindedir. Dilini bıçak kesmiştir bu şaheser karşısında, ardından devam etti muhtar:
-" O günden Mihrimah Sultan ile Mimar Sinan'ın bir araya gelmesi için aradan tam 14 yıl geçmesi gerekecektir. Mihrimah Sultan 1562 yılında Mimar Sinan'ı bir kez daha huzuruna çağırır ve İstanbul'da kendi adına bir külliye daha yapmasını ister. Bu külliyenin yerini de tıpkı ilkinde olduğu gibi yine Koca Sinan seçecektir. Sinan da ikinci külliye için İstanbul'un en yüksek tepesini seçer. Yeni külliye Edirnekapı surlarının dibine inşa edecektir.Matematik dehası Sinan, Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır da gizlemiştir. Mihrimah Sultan'ın Güneş'le Ay anlamına gelen ismine ithaf edercesine yılın sadece birkaç gününde bir caminin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğmaktadır."
Böylesine bin bir çeşit hikayesine, büyüsü vardır İstanbul'un. Yiğit bir an önce gelmek içinse can atmaktaydı. Her adım, onu İstanbul'a daha çok bağlıyor ama gel gör ki İstanbul Yiğit için çok farklı bir yer olacaktı. Akşam vakti olduğu zaman ise tekrardan garaja gidip otobüs ile memleketine döndü Yiğit ile muhtar. Yolda defalarca teşekkür etmekten alıkoyamamıştı kendisini. Onun en büyük hayalini gerçekleştiren adama çok şey borçluydu. Biraz yorulmuş olacak ki uykuya daldı erkenden, sabah uyandığında ise memleketlerine dönmüşler, köyün yolunu tutmaya başlamışlardı. Köye gelir gelmez gözleri Ebru'yu aradı. Evlerine gidip baktığında ise Ebru yoktu. İşin ilginç tarafı evde kimse yoktu ve perdeler çekilmişti. Çok merak etti Yiğit, muhtara soracak olsa onunda haberi olmayacaktı çünkü zaten onunla beraberdi. Ardından yan komşularına sormaya gitti, kapıyı açtı yaşlı bir nine. Zar zor onların köyden gittiklerini söyledi. Yiğit'in dünyası başına yıkılmıştı. Nasıl olurdu da ortada hiç bir şey yok iken böylesine köyü terk etmişlerdi. Sorularına cevap alamıyordu, düşündükçe aklı fazlasıyla karışıyordu. Aramaya gidicekti ama nereye giderse gitsin bulamayacaktı, nereye gittiklerine dair en ufak bir fikri yoktu çünkü. Günler, aylar, geçmesine rağmen hiçbir ses seda yoktu. Ebru, Yiğit için öyle bir soru işareti olup gitmişti. Ebru'dan kalan tek şey ise bir kaç anı ve sadece bir toka vardı. Seneler geçti Yiğit 18 ine geldiğinde muhtarın yanına gitti. İstanbul'a yerleşmek istediğini orada yardımcı olabilecek tanıdığı varsa ona yardım etmesini iletti. Muhtar haber beklemesini söyledi ve çok geçmeden çağırdı Yiğit'i yanına.
Yorumlarınızı ve votelerinizi bekliyorum iyi okumalar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARDUNYA
Teen FictionAnadolu'nun kırsal bir şehrinin küçük bir şehrinde doğmuştu. Eline fırsat verilse belki de bu hayatı asla seçmezdi. Kimden mi bahsediyorum? İsmi Yiğit, kendisi de adı gibi, çevik ve bir o kadar da kuvvetli. Köy çocuğu işte, herşeyin doğalı. Henüz 10...