Ay gözlerimin önünde bir görünüp bir kaybolurken ıssız korulukta yürüyüşümü sürdürdüm. Bıkkınlığım her dakika daha da artarken burada geçen günlerimin sabırsız eşiğindeydim. Rüzgâr saçlarımı geriye savururken adımlarımı duraklattım. Sanki bir başkası da benimle birlikte durmuştu. Gözlerimi kapattım. Korulukta yalnız olmadığımın farkına varmam zor olmamıştı.
Nefeslerimi sakin tuttum. Nedenini bilmesem de içimde garip bir huzur vardı. Bu olaylar başıma gelmemiş olsaydı yine burada bulurdum kendimi. Çünkü ihtiyacım vardı. Neye, kime bilmiyordum, sadece ihtiyacım vardı. Belki de başkasının bana ihtiyacı vardı. Kalbim sızladı. Benim değil, başkasının ihtiyacı vardı. Bana...
Çığlık çığlığa öten baykuş sesleriyle yüreğim ağzıma geldi. Gözlerimi aralayıp kurumuş alt dudağımı ıslattım. Yardım etmem gereken kişiyi bulmalıydım. Terleyen avuç içlerimi bluzuma bastırıp arkamı dönmemle baykuşların çığlığına gürültülü bir şekilde eşlik ettim.
Yerde sıra sıra dizilmiş kanlı yarasalar oldukları yerde kıpırtısız bir şekilde beni izlerken olduğum yerde titredim. Az önceki huzur bulut gibi dağılmıştı üzerimden. Kanlı olsalar da hâlâ canlılardı. Belki de üstlerindeki kan, bir başkalarınındı.
Elimi ağzıma götürüp üstlerine basmamaya dikkat edip koşmaya başladım. Birinin veya birilerinin yardımıma ihtiyacı vardı. Nefeslerim ardı ardına sıklaşırken adımlarımı hız kesmeden devam ettirdim. Koşarken başımı arkaya çevirdim. Kanlı yarasalar geride kalmıştı. Başımı tekrar önüme çevirip durdum. Kanım beynime doldu, gözlerim kızardı.
Bir sürü insan sırasıyla ağaçların dallarından aşağı kıpırtısız bir şekilde sarkıyordu. Kanlar sicim gibi akarken bacaklarımın beni daha ne kadar taşıyabileceğini bilemedim.
Gözlerimin önünde sayısız ölü vardı. Bu kadar insanı öldüren neydi? Az önceki kanlı yarasalar aklıma dolduğunda yüzümü buruşturup midemden ağzıma yükselen bulantıyı yok saymaya çalışsam da eğilip kusmaya çalıştım. Ağzımdan çıkan tek şey kan oldu.
Korku ilmek gibi boynuma dolandı, tüm kanımı dışarı dökmek için boynumda kendini sıktı. Öksürmeye çalıştım, tek yaptığım şey ise daha çok kan akıtmak oldu. Önümde ölüler, arkamda kanlı yarasalar vardı. Canlı olanın tarafına geçecektim. Yarasalara bakmak için arkamı döndüğümde zifiri karanlık gözlerimi buladı.
~
Yemek salonuna girdiğimde ruhsuzca vampir adaylarını süzdüm. Yüzümde en ufak bir mimik oynatmaksızın yemek kuyruğuna girip sıranın bana gelmesini bekledim. Kenardaki metal tepsilerden birini alıp elime ne geldiyse içine doldurdum. Gözlerim net görse de ne aldığımın farkında değildim. Tanıdığım kişilerin yanına ilerleyip tepsiyi elimden düşürür gibi gürültülü bir şekilde masaya bıraktım. Sandalyeme otururken hepsinin gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Umursamadım.
Hâlâ rüyanın etkisindeydim. Ölen insanları görmek beni fazlasıyla germiş, aynı şeyin benim de başıma gelebileceği dürtüsünü oluşturmuştu içimde. O kadar insanı küçük yarasalar mı öldürmüştü? Peki o yarasalar kimdi? Kan emici vampirler...
"Hey!" Vesan'ın gözlerimin önünde kaşığını sallamasıyla aralarına döndüm. "Neyin var senin?"
Boynumu rahatsız eden saçlarımı omzumdan geriye atıp sıkıntılı nefesimi verdim. "Bir şeyim yok," dedim kısık sesle.
"Bir şeyin var. Hatta bunu o da fark etti," dedi Jesya. Bakışlarımı Jesya'ya çevirdiğimde çenesiyle solunu işaret etti. O yöne baktığımda ise onu görememek olanaksızdı. Ay ışığı gibi parlarken gözlerimi dinlendirebilecek bir ferahlığa sahipti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN BEŞİKLERİ
Фэнтезиİki küçük diş izi konacaktı, bedenime. Ruhuma ise karanlığını bırakacaktı. 🌹 Bazı insanlar gerçekten tersten işlerdi. Kimisinin duası kabul olurdu, kimisi başkası tarafından yapılan bedduanın sonucunu bulurdu. Rüyaları gerçek olanlar vardı, kabusla...