Güneş tepeden düşmeye başladığında Walcomir tekrar naibin yanına gitti. Bu sefer elinde temiz giysiler ve mutfaktan aldığı bir parça ekmek vardı. Giysileri yatağın üzerine koyup ekmeği uzattı. "Biraz yemelisin, gece uzun sürebilir." Crangor istemese de uzanıp ekmeği aldı. Almasa Walcomir'in o alana kadar orada bekleyeceğini biliyordu. Ufak bir parça koparıp çiğnemeye başladı. Gözü yatağının ayak ucundaki giysilere takıldı. "Ciddi misin," dercesine Walcomir'e baktı. "Gelenekleri benden daha iyi biliyorsun," diye yanıtladı Walcomir. Crangor emin olamıyordu. Siyah pelerinini çıkartıp Theron soyuna ait yeşil pelerini giymek, tüm davasından vazgeçmekmiş gibi geliyordu ona. Güneşin hala batmadığını bildiğinden bunu düşünmek için vakti vardı, dert etmedi. "Süvarilerle ve geri kalanlarla ilgilenmemiz gerekecek," diye konuştu Walcomir. Crangor kaşlarını çattı. Walcomir ekledi. "Bir şey olmadı ama her an olacakmış gibi duruyor. Bizim de, onların da artık bir lideri yok. Kaos yakındır." Crangor hak veriyordu ama daha da kötüsü, kaosu engellemesi gereken kişi de naib olarak yine kendisiydi. "Bir çaresine bakarız," dedi. Walcomir odadaki yatağa biraz olsun uzanmak için çok şey verebilirdi ama bırak uzanmayı, rahatsız bir tabureye otursa, soğuk bir duvara bile yaslansa günlerce kalkamayacak kadar yorgun olduğuna emindi. Ayakta durmaya devam etti. "Askerleri güneye taşıdık, yakılmaları için odunlar ve yağlar hazır. Nocius ve Oberon için sarayın altındaki anıt yerleri hazırlandı, askerleri hallettikten sonra kralların defnine gelecek sıra." Gözlerini kaçırdı. "Sadece iki tanesi..." Crangor elleriyle dostunu omuzlarından tuttu. "Naib de olsam, gelenekleri değiştirmek için yeterli gücüm yok. Sadece kral ve seçilmiş varis için sarayın altındaki krallar mezarlığına defin yapılır. Biliyorsun." Walcomir başını salladı. "Yine de, bu kadar uğraşıp sonunda kaybetmek... Hatta bir kabrinin bile olmaması..." Crangor onu sarstı. "Kabrinin olmayacağını söylemedim. Sadece, sarayın altında olmayacağını söyledim." Walcomir şaşırdı. Açıklama beklercesine bakıyordu. "O işi bana bırak, şimdilik şu işleri halledelim." Yatağın ucundaki giysilere uzandı ve üstünü değiştirdi. Uzun tören ayakkabısı, dar pantolonunun paçalarını içine alıyordu. Parlak deri kemerinin ortasında kocaman bir demir parçanın üzerine özenle Camprich'in kırmızı ejderhası işlenmişti. Gömleğinin kolları uzun, sekiz tane düğmesi vardı. Yeşil pelerinini sırtına atıp, iplerini gömleğinin pelerin düğmelerini sardı. O arada içeri Lord Kane girdi. "Kapıyı çalmalı mıydım," diye sordu nazikçe. Crangor başını salladı. "Şu an bunlara ayıracak vaktim yok. Ne oldu?" "Sadece iyi olup olmadığına bakmak istedim, bir şey olmadı. Bu arada, süvarilerin bize biraz kızgın olduğunun farkında mısınız?" İkisi birden başını salladı. Yüzlerinde bıkmış bir ifade vardı. "Naib olarak komutanın sende olduğunu biliyoruz ama süvarilerin ve halkın güvenini kazanmadığın sürece naibliğin sayılmayacaktır. Bunun için..." Crangor araya girdi. "Neden ben naib olmak zorundayım? Sen benim babamsın ve eski kralın da sağ koluydun. Kral öldüğü zaman yerine bakması gereken sensin, ben değilim." Lord Kane düzeltti. "Kral öldüğünde yerine varisi geçer, varisi tahta hazır olana kadar yerine Theron soyundan varisin koruyucusu geçer. Geleneklerimizi biliyorsun, her varise bir koruyucu..."
Theron soyu, Wallerdo'dan beri Thurpagon soyunun koruyucusuydu. Wallerdo'nun zamanında gelen yeşil ejderha ile Theron soyu onurlandırılmıştı. O günden beri Thurpagon soyuna ne zaman yeni biri eklense, Theron soyunda da yeni bir üye doğmak zorundaydı ve düzen böyle devam ederdi. Tek sorun, Oberon ile Arch'ın ikiz olmasıydı ve bu yüzden o zaman aralığında doğan başka bir Theron olmamasıydı. Başlarda varis olarak Archanger ilan edildiğinden Crangor da Archanger ile yakınlaşmıştı. Ancak şimdi ölen varis Archanger değildi ve bu da Crangor'un naibliğini sallantıda bırakıyordu. "Süvariler konusunda ne öneriyorsun?" Lord Kane tam da sorulmasını beklediği soruyu duymuştu. Beklemeden yanıtladı. "Süvariler Camprich'in bel kemiğidir. Halkın güveni de süvarilerin sadakatinden gelir. Aynı şekilde süvarilerin önceliği de halktır. İkisini birbiri için kullan." Walcomir anlamasa da Crangor gayet iyi anlamıştı. Bu tavsiye için babasına içten içe teşekkür ediyordu. "O zaman erken gitsek daha iyi olur, Walcomir, eksik bir şey var mı?" Walcomir başını iki yana salladı. "Sen geliyor musun?" Zamanı geldiğinde babasından destek bekleyecekti. "Elbette! Onların yarısı benim emrimdeydi, unuttun mu?" Crangor başka bir şey demeden kapıya yöneldi ve üçü birlikte daireden, sonra da saraydan çıktılar. Kapıda bekleyen muhafızlar selam durup durmamak arasında kararsızdı. Yine de şimdilik selamlamak onlara bir şey kaybettirmez gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Archanger Destanı: Üçüncü Kısım
FantasyArchanger Destanı serinin üçüncü kitabıyla devam ediyor!