Bölüm 5

61 6 6
                                    

Doğu höyüğüne yaklaşırken Morrew'in gözleri yerdeki kampı tarıyordu. "Onlarca, belki de yüzlerce süvari var." Walcomir şaşkındı. "Bu kadar süvarinin hiçbir sebebi olmadan bir Siyah'ı takip ediyor olması mantıklı değil. İşin içine başka bir şey var." Morrew'in güldüğünü duyar gibi oldu. "Sanırım öğreneceğiz." Kampın ortasına daldı. Daha ejderhasından inmeden süvariler kendi aralarında bağırışıyordu. Tüm kampta başka bir Siyah'ın aralarına katılmasının mutluluğu vardı. Walcomir burada işlerin her zamankinden farklı olduğunu anladı. Eskisi gibi ejderhasını saklaması gerekmiyordu. Tam tersine, iyice göstermesi gerekiyordu. Bu kampta Siyah ejderha gücün ve otoritenin simgesiydi. Rainen etrafta gözükmüyordu ve Walcomir'e göre o gelene kadar kampı dolaşıp bilgi toplaması iyi olacaktı. Öyle de yaptı. Süvarilerden Rainen'in gün içerisinde nerelere gittiğini, neler yaptığını kolaylıkla öğrenmişti. Onu üzen şey ise edindiği bilgilerin neredeyse tamamının talimleri ile ilgili olmasıydı. Süvariler neredeyse tüm günlerini talim yaparak harcıyor gibiydi. Çok geçmeden Rainen kampa geldi. Süvarilerin birkaçıyla konuşup görev dağılımı yaptı ve çadırına geçti. Walcomir de kamptaki herkes gibi Rainen'in geldiğini duydu ve çadırına doğru yola koyuldu.

Geniş ama alçak çadırının dışında nöbetçi yoktu. Rainen pek de kendine hükümdarlık kuruyor gibi değildi. Aynı şekilde kendini komutan veya kral olarak da tanıtmaya niyeti yok gibiydi. Gösterişsiz, komuta zincirinin üzerinde olduğunu belli etmeyen bir düzen kurmuştu kendine. Walcomir çadırı araları ve Rainen'den önce Port'u gördü. Şaşkınlığını ve soruları giderek artıyordu. İki eski dost birbirine sıkıca sarıldı. "Burada ne işin var," diye ilk soran Walcomir oldu. Port bir an için duraksadı. Cevap verip vermemek arasında gidip geliyordu. Sonunda çok da açık olmayan bir cevap verdi. "Galapagos'un emirlerini uyguluyorum." Walcomir anlamadı. Galapagos da diğer tüm Kadimler gibi ölmüştü. Biliyordu çünkü cenazesinde bizzat kendisi de vardı. Port ekledi. "Zamanı gelince hepsini açıklayacağım ama önlem alıp işimizi bozman riskine giremem, üzgünüm." Rainen kafasını kaldırıp baktı. "Demek katılmaya karar verdin." Walcomir sorularına cevap istiyordu. "Burada ne yaptığınızı veya neye katıldığımı bilmiyorum." Rainen devam etti. "Ama yine de katıldın, öyle mi?" Walcomir kelimelerini daha dikkatli seçmesi gerektiğini anladı. "Değer verdiğim insanların ve ejderhaların öldüğünü gördüm." Bunu söylerken Rainen'in dikleştiğini görüp devam etti. "Daha fazlasını kaybetmek istemiyorum. Crangor zaten güvende, geriye sen kalıyorsun. İşte, buradayım." Rainen duyduklarına inanmış gibiydi. "O halde gidip dinlen, sabah talimlerde bize katılırsın." Walcomir bir şey demeden çadırdan çıktı ve kafasındaki yüzlerce soruya kendince cevaplar uydurmaya çalışırken uyuyakaldı.

Daha güneş doğmadan duyulan ejderha kükremeleri ile sıçrayarak uyandı. Eli hızlıca kabzasına gitti ve kendine gelmeye çalıştı. Nerede olduğunu hatırlaması biraz uzun sürdü. Sonunda sakinleşti. Yanından geçen bir süvariye seslendi. "Ne oluyor?" Süvari yanıtladı. "Talime başlıyoruz. Teçhizatını alsan iyi olur." Süvari koşarak uzaklaştı. Walcomir tekrar Port'u buldu. Port gülümsedi. "Seni bulduğuma sevindim. Al, bunlar birincil ekipmanların. Geri geldiğimizde hatırlat, ikinci talim için değiştireceğim." Oldukça ağır ve büyük bir sırt çantası tutuşturdu elinde. "Bu arada, bir Siyah olarak Rainen'in yanında dursan süvariler için iyi olur. Şu tarafta, koş!" Walcomir sorgulamaya fırsat bulamadan kendini ön sıraya doğru koşarken buldu. Rainen'in yanında soluklandı. Uzun zamandır doğru dürüst kılıç talimi bile yapmadığını fark eden Walcomir ortada bir savaş yokken niye bu saatte talim yaptıklarını da aklındaki yüzlerce soru arasına sıkıştırdı. Rainen ile göz göze geldiler. "Teçhizat bulamayacaksın diye endişelenmiştim. Güzel, hazırsan gidelim." Walcomir itiraz etmek için ağzını açtı ama nefes almaktan başka bir şey yapamıyordu. Rainen itiraz duyamayınca yerde duran çantasını kaptı ve hiçbir şey demeden koşmaya başladı. O daha ilk adımını atmadan tüm kamp sıraya giriyor gibiydi. Sırtlarına aldıkları çantaya rağmen oldukça kararlı adımlar atıyor ve düzeni bozmuyorlardı.

Çok geçmeden Walcomir yoruldu. Alnından burnuna ter damlaları kayıyor, tüm yüzü kızarıyordu. Nefes alış verişi düzensizleşti, ağzı gittikçe kurudu. Etrafındakilere bakınca herkesin buna alışkın olduğunu, onlar için standan bir talim olduğunu fark etti. Artık dayanamayacağı bir noktada Rainen konuştu. "Pes edersen süvarilerin güveni sarsılır. Unutma, onların gözünde birer efsaneyiz." Walcomir ne diyeceğini düşünemiyordu. Üzerindeki yorgunluk düşüncelerini bulanıklaştırdı. Rainen ekledi. "Dağın eteklerinde bir grubumuz var, oraya kadar dayan." Walcomir gözünü kısarak yakın sayılamayacak dağın eteklerine baktı. İnsan gözüyle bir şey göremeyecek mesafedeydi. Morrew zihninde belirdi. "Çok uzak değil, yapabilirsin." Walcomir kafasını hızlıca salladı ve yüzündeki ter damlalarının bir kısmını savurdu. Rainen'e seslenecekti ki üzerinden geçen bir grup ejderhayı gördü. Ejderhalar az ileride indi grubun yolunu kesti. Walcomir bu ufak dinlenme için içten içe teşekkür ediyordu. Tüm grup aniden durdu. Hepsi düzene aşina bir şekilde bekleyip Rainen'in öne çıkmasını ve konuşmasını izledi. Walcomir de alışkanlık olarak Rainen'in peşinden gitti. Birkaç adım arkasında mı, yoksa yanında mı durması gerektiğini düşünüyordu. O daha düşünürken Rainen'in çoktan durması gereken mesafeyi geçtiğini gördü. Süvarilerden biri elindeki parşömeni uzattı ve bekledi. Dinlenmek için bir fırsat gören Walcomir için kısa sayılacak bir süre sonra Rainen başını salladı. "Port'u bul, ikinci mevkiinde buluşuruz," dedi. Süvari selamlayıp ayrıldı. Rainen bir şey demeden koşmaya devam etti. Peşinden de yaklaşık yüz kadar süvari geliyordu.

Walcomir iradesini kaybetmek üzereyken sonunda Rainen yavaşladı ve konuşayım bırakıp yürümeye geçtiler. Dönüp baktığında hiç de yorulmuş gibi durmuyordu. Yüzünde en ufak kızarıklık, tek ter damlası veya nefes düzensizliği yoktu. Ne zamandır bunun için çalıştığını daha sonra sormak üzere aklının bir köşesine yazdı. Rainen çantasını çıkartıp bir kenara attı ve ilk masaya gidip yemeğe baktı. Hoşnutsuzluktan ziyade ilgisiz bir tavırla arkasını dönüp, "keyfinize bakın," dedi ve grubu yemek yemesi için bırakırken kendi dağa doğru yavaş adımlarla yürüdü. Walcomir artık çantasını çıkartacağı için mutluydu ama içinde ne olduğunu görmeden bırakmak istemiyordu. Heyecanla iplikleri çekiştirdi ve hazineyi gördü. Morrew zihninde kahkahalar atıyor, Walcomir ise sesli küfürler savuruyordu. "Gerçekten mi? Bunca yol sadece taş mı taşıdım?" Sinirle çantaya tekme attı ve ayağının acısı sinirini daha da arttırdı. Rainen'in peşinden gidip neler olduğunu konuşmalıydı. Lakin yemeğe saldıran süvarilerin kalabalığından Rainen'i kaybetmişti. Onu bulana kadar biraz dinlenip yemek yeme fikri oldukça cazip geldi, öyle de yaptı. Yemeği biterken, Rainen'in okuduğu parşömeni aniden hatırladı. Üzerinde mavi bir halka ve kırmızı bir çizgi olduğunu hatırlıyordu. Hatırladıklarından emin olmak için kendini zorlarken Morrew doğruladı. "Gördüğünün Elymas mührü olduğunu biliyoruz. Crangor'a haber verme vakti geldi." Rainen reddetti. "Şimdi gidersek bize güvenmez. Biraz daha bekle, ne olduğunu anlamamız gerek." Morrew sessizce bekledi. Rainen yorgunluğunu bir kenara bırakıp kalktı ve Rainen'i aradı. Dağın eteklerinde, yemek yiyenleri göremeyeceği bir mesafede, elinde kılıca öylece bakarak duruyordu. Walcomir uzun bir süre onu izledi, hiç hareket etmiyordu. Gözü kılıcında, Periabus'un alevlerindeydi. Walcomir yaklaştı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 09, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Archanger Destanı: Üçüncü KısımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin