1.Bölümün (KARMAKARIŞIK GÜNLER) Devamı

1K 12 3
                                    

Aslında vampir olduğunu söyleyerek tüm merak ettiği şeyleri ortadan kaldırabilir, doktorumu tımarhaneye yollayabilirdim. Fakat bunu yapamazdım. Beyaz kanatlı vampirlerin iyi kimseler olduğuna kim inanırdı ki ? Henüz dünya buna hazır değildi. Ve dahası bunu yaptığımda nasıl bir cezaya çarptırıldım, kafamın yerimde popom, popomun yerinde kafam mı olurdu bunu bilmiyordum. Akıl dışı olaylar nasıl ki bugüne kadar nasıl uzaylıların üzerinde kalıyorsa bundan sonra da öyle devam etmeliydi.
Doktorun merakı her geçen gün daha da artmıştı. Beni konuşturmak için türlü türlü rüşvetler teklif etmişti. En komiği ise bir sabah elinde kaka yapan bebekle gelmesiydi. Onu görünce tüm kedelerimi unutup kahkahalara boğulmuştum;
"Ah işte hayallerimi gerçekleştirdiniz, size minnettarım."
Onun katlanılamaz ısrarına rağmen ağızımdan tek kelime dahi çıkmamıştı. Sadece;
"Bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum" diye geçiştiriyordum. Ama nereye kadar?
Artık burnumdan gelmişti. Sürekli kan örneği vermekten ve ultrason cihazına girmekten ve o odadan sıkılmıştım.
Neresi olursa olsun; bir bank, bir baraka, orman, yatılı okul... her neresi ise işte. Bir an önce gitmek istiyor, kimsesiz çocuklar ne yaşıyorsa bende öyle yaşamak istiyordum. Hastaneden çıkma isteğimi daha yükses sesle haykırdığımda, bu talebim derhal yerine getirilir sanmıştım. Denedim. Denedim de ne oldu? Sakinleştirici iğneyi yiyip bir güzel uyudum.
"Neden kaçma girişiminde bulunmadın?" sorusunu kesinlikle çok mantıklı bulurum. Sizce bunu denememiş olma ihtimalim var mı ? YOK! Hem de 24 saat kamera gözetimi altında olmama ve sadece tuvalet ihtiyacı için başımdan ayrılan hemşireye rağmen tam 9 defa denedim. Sorun, çelik kapılar ve demir parmaklıklı pencereler değildi. Beni kameradan izleyen kaslı adam çok hızlıydı. Artık doktorum cebine ne kadar değerli kağıt koyduysa kıpırdadığım an soluğu odamdan alıyordu. Bu işin tadı çoktan kaçmaya başlamıştı. Neyse ki hastaneyi topyekûn havaya uçurmama gerek kalmadı. Doktorumla bir anlaşma yapmıştık.
"Bana tüm olanları anlat bende seni tabucu edeyim" dedi. "Sana yemin ederim ikimizin arasında kalıcak"
Başta her zaman söylediğim şey ile karşılık verdim ama bu kez gözü dönmüştü ve ağzımdan mutlaka bir kaç şey koparmadan rahat bırakmıyacaktı. Bunun kendisi için iyi olmayacağını bir kez daha hatırlattım tabii de çok üstüme gelince popomla başımın yer değiştirmesini dahi göz alıp: " Peki " demiştim... Sorun şu: O günden bu yana kayıp. Ah yetişkinler ah... ne zaman çocukları dikkate alıcaksınız? Dünyayı tamamen yok edip bitirdikten sonra falan mı?
Böyle olsun istemezdim. Aslında nasıl bir sorun olacağını da bilmiyordum. Ondan ziyade bana bir şey olur sanıyordum ama işte öyle olmadı. Üzülmek mi? Hem de nasıl üzüldüm, kendi derdimi bir kenara bırakıp günlerce onu düşündüm.
Başına ne geldi? Şimdi ne yapıyordur? Olayın benimle bir ilgisi varmı? Gibi bir sürü kafa bulanıklığı yaşadım. Ve onu son anda canavarların ağızından çekip aldığım gece kabusları... Kendi kendime söz verdim, olur da bir gün kendimi çok iyi hissedersem onu kurtaracaktım. Başarabilir miyim bilmiyorum ama en azından deneyecektim. Baktım yapamıyorum kendimi çok da zorlamam, çeker dönerdim. Zaten pek de sevmiyordum kendilerini.
Yeni doktorumla aynı kafadaydık. Doktor dediğin işte böyle olur.
"Senin burada kalmanı gerektirecek hiçbir neden yok" derken ağzından bal damlıyordu bal. Boynuna atıldığım anı hiç unutmam: " Ben de doktor olmak istiyorum, tıpkı sizin gibi..." yalanlar yalanlar...
Bir hafta sonra valilikten devlet yetkilileri gelip durumum hakkında detaylı bilgiler aldılar. Eğitim sürecinin önemli olduğuna ve bir an önce okula başlamam gerektiğine karar verip beni hastaneden çıkararak yasal işlemleri halletmek için emniyete götürdüler. Vay be, ömür gibi geçen iki ayın ardından kısmen de olsa özgürüm diye düşünmüştüm.
Emniyette çifte vatadandaş olduğum ortaya çıkınca Norveç'e gitmek ya da burada, Türkiye'de kalma tercihini bana bıraktılar. Bu konuyu hastanede uzun uzun düşünme şansım olmuştu zaten. Niyetim gayet netti. Norveç'e gitmek istiyordum ama bir anda vazgeçdim. Ailemin hayatta ve Türkiye de olduğuna o kadar inanmıştım ki sanki onları geride bırakarak çekip gidecekmişim hissine kapılmıştım. "Nor..." Diyecekken durup "Türkiye de kalmak istiyorum" demiştim.
Bu cümlede soluğu yetimhanede almam sadece yarım saat kadar sürmüştü. İlk gün sıcak bir karşılama yaşadığımı söyleyebilirim. Kendi yaşıtlarım ve benden büyük kızlarla iç içe olmak fena bir şey değildi. Farklı insanlarla tanışmak moralimi yerine getirmişti sanki. Dört kişilik odada kalıyordum. Oda arkadaşlarımla da aram... eh... işte diyelim. Fena değildi.Bazılarının yurtta bulunma nedenleri içler acısıydı. Kimisi daha bebekken... neyse bunları duymamanız daha iyi. Tüm bunlara rağmen içlerinden bazılarının yaşam sevincine hayran kalmıştım. Mutluluklarından hiçbir şey kaybetmemiş, güldü mü gülücükler açıyordu yüzlerinde. Onları tanıyınca:"İyi." dedim içimden. "Burası bana çok iyi gelecek." Ama işler pek de istediğim gibi gitmedi. her şey çabucak kabusa döndü.
Geçmişte yaşadığım acılar ve ağır travmalar bir yerden sonra psikolojik sorunlara neden olmaya başladı. Artık kendimi tanıyamıyordum. Kimseyle tek kelime etmiyor, sorularına cevap vermiyor, yardım girişimlerini elimin tersiyle itiyordum. İyice içime kapanmıştım. Bir ay gibi uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen oda arkadaşlarımın isimlerini dahi karıştırıyordum. Ne sabah kahvaltısı, ne öğle, ne akşam yemeği, günlerce boğazımdan tek lokma geçmemişti. Su ve tuvalet ihtiyacı olmasa yataktan kalkmaya hiç niyetim yoktu. İyice hırçın bir kız olmuştum. Hatta okula kayıt yaptırmam gerektiği günün sabahı görevli kadın kalkmam için ısrarcı olunca az daha parmağını kırıyordum. Yaşadığım pişmanlığı anlatamam ancak yine de özür dahi dilemedim Anlayacağınız kötü birisi olmuştum, bildiğiniz çekilmez, berbat ve itici... Daha çok açık olayım mı? Ben delirdim galiba. En sonunda gece yarıları korkunç kâbuslar eşliğinde çığlık çığlığa uyanıp bütün yurdu ayağa dikmeyi başardım ve işte bu da sonum oldu. Ne olacak, gömleği ters giydirdiler. Daha açığı soluğu tımarhanenin soğuk ve korkutucu odalarında kalmama neden oldu. Bu gördüğüm kâbuslardan bile daha korkunçtu. Gecenin bir vakti duvarları yumruk... neyse neyse bunları da duymasanız daha iyi. Sonra geceleri tuvalete gidemediğinizle ilgili şikayetler kulağıma gelir. Fakat tımarhane biraz olsun işe yaramıştı. En azından oradaki hastaları görünce kendi halime milyonlarca kez şükretmeyi öğrenmiştim. Bir süre sonra da gayet normal tavırlar sergilemeye başlamıştım. Tamam pek öyle denilemez ama öyleymişim gibi yapıyordum. "Çıkarın beni buradan, çıkarın!" Hasta bakıcılar olmasa çoktan firar etmiştim ama hepsi işinin ehli çıktı. hava almak için çıktığımız bahçede, sanki orda bir tek ben varmışım gibi gözleri hep benim üzerimdeydi. Bir an olsun hiç mi boş bulunmaz insan? Kartopu oynarken bile suratına attığım toptan çekinip gözlerini yummuyordu ya kadın. Bunu da görmüş oldum. Aslında herşeye rağmen firar edebilirdim. Derdim yasal yollarla oradan çıkmak ve normal insanların arasına karışmaktı. Bunu bekliyordum.
"Çıkarın beni buradan. Çıkarın!"
"İlaç Vakti"
İlaçları içtin mi dünya mis, tozpembe topraklarda yalın ayak dolaşıyorsun. Oradaki doktoruma henüz kafayı yemediğime inandırmam tam 6 ayımı almıştı. Ne diller, ne cici kız görünümüne bürünmeler, ne şaklabanlıklar yaptıktan sonra nihayet tedavime yurtta devam edilmesi şartıyla hastaneden çıkmama izin verilmişti. Tekrar yurda dönmek... Sen ne diyorsun? Toprağını bile yerim.
Muazzam bir bahar gününde yurt müdürü Canan Hanım beni tekrar gördüğüne o kadar çok sevindi ki yüzüm kâbustan yeni uyanmış gibi bakıyordu. Sarılıp yanaklarımı öpücüğe boğmayı çok istediğinden adım gibi eminim ama o biraz utanga, tebessüm etmekle yetindi. Olsun, ben de zaten bando çalacağını, konfetiler patlatacağını beklemiyordum.

Karmakarışık Günler hala bitmedi bir dahaki bölümde inşallah bitireceğiz :)

...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin