"Selam."
Odanın içine adımlarken bir yandan rahatsız edici kostümün yakasını çekiştiriyordum. Mete bağlı olduğu sandalyede kıpırdandı ve gözlerini bıkkınca üzerime dikti.
"Sonunda gelebildin."
Ne kadar sıkıldığı sesinden belliydi. Bulunduğu oda gündüzleri epey sıcak olurdu. Çatı katı olduğundan dolayı minik bir penceresi vardı fakat Mete'nin bağırabileceğini düşünerek sıkı sıkıya kapatmıştım.
Yavaşça ona adımladıktan sonra tam karşısında duran sandalyeye oturdum. Mavi gözleri her hareketimi takip ediyordu. Elimdeki elmadan büyük bir ısırık alırken yüzümdeki abartılı makyajın zarar gördüğüne emindim.
"Okula bir girdin mi, bir daha çıkışı zor oluyor, biliyorsun."
Kuşkulu bakışlarla elmamı yiyişimi izliyordu.
"Bilmiyorum."
Mete, arkadaş çevresine nazaran pek de okul ve derslerle ilişkisi olan biri değildi. Okula daha çok ortam için gelen öğrencilerdendi. Zaten bölümünü birincilik ile kazanmak ona yetmişti. Sırf ailesinden uzakta, daha rahat bir yaşam için buraya geldiğini tahmin edebiliyordum. Aslında ben de pek farklı sayılmazdım fakat kesinlikle onun kadar gamsız değildim.
"Doğru, senin için okul eğlence. İlgi üzerinde, önüne yemeğin geliyor, ders notlarını tutan var hatta hocaları da kandırmışsındır, devamsızlığı da dert etmiyorsundur."
Sözlerimle birlikte yüzündeki ciddiyet kırılır gibi oldu. Dudağının kenarı havalanmış, yüzüne alaycı bir ifade uğramıştı. Kesinlikle bu pervasızlıktan zevk alıyordu.
"Abartma istersen..." ben sandalyemde iyice yerleşip, ayaklarımı duvara yaslı sehpaya uzatırken, o da öksürerek boğazını temizledi.
"Adın ne senin?"
Gerginlik bu kadar baskın olmasaydı sorusu beni güldürebilirdi.
"Üzerimdeki kostümü bile çıkaramıyorken ismimi söyleyeceğimi nasıl düşünebildin?"
Bıkkın bir nefes vererek kafasını geriye yatırdı. Gözlerini ahşap tavana diktiği sırada ince boynunu izliyordum. Yıllar sonra ona bu kadar yakın olmak, aynı odanın içerisinde olmak, doğrudan hiç çekinmeden gözlerine bakabilmek çok garip hissettiriyordu. Aşk gerçekten bu muydu? Şu an midemde fena bir ağrı vardı. Elmadan ısırık aldıkça artan bir ağrıydı bu. Kelebekler içeride kanat çırpıyor olabilir miydi? Boştaki elimi kalbime yasladım ve bekledim. Evet, atmaya devam ediyordu. Duracak değildi elbette ama bir farklılık bekliyordum. Mete, kısa bir süre sonra tekrar cam gibi parlayan mavi gözlerini bana çevirdi. Yorgunluğu yüzündeki solgun bakışlardan belli oluyordu. Göz altları hafif morarmış dudakları iyice rengini kaybetmişti.
"Ne istiyorsun benden?"
Ona şirin olduğunu umduğum bir gülümseme yollarken
"Beni sevmeni," dedim.
"Kim olduğunu bile bilmiyorum!"
"Tabi doğru... ilk önce beni hatırlamanı istiyorum."
"Hatırlayamıyorum işte!"
Oturduğum yerde yavaşça doğruldum. Elmanın geriye kalan çöpünü kapının yanında duran kovaya fırlattım ve üzerimdeki elbiseyi birkaç müdahale ile düzelttim. Ağabeyim üzerimde bir elbise görse eminim çok mutlu olurdu. Belki bir prenses kostümü tercih etmezdi ama hanım hanımcık giyindiğim için en azından arkadaşları ile tanıştırabileceği olgunlukta olduğuma kanaat getirebilirdi. Geceleri bir evin alt katında buluşup devlet meseleleri konuşan arkadaşları ile tanışmak uzun zamandır benim için bir mevkii ifade ediyordu. Küçükken bizde gerçekleşen toplantılarını merak eder, gizli gizli kapı dinlerdim fakat ağabeyim ve babam her yakaladıklarında uzak durmam konusunda tembihler, beni odama postalarlardı. Lise boyunca aralarına katılmak, en azından odada neler konuşulduğunu öğrenebilmek için çok çabalamış ama sonunda bu mevkii için yeterli olmadığıma ikna olmuştum. Onların devlet meselelerine kafa yoramayacak kadar aşıktım ve tek amacım prenses olabilmekti. Düşüncelerimden sıyrıldım ve işaret parmağımı Mete'ye doğrulttum.
"Sayın Mete Ulusoy. Balık hafızan için elimizden gelen bir şey yok. Çok ısrar edersen sert bir cisimle kafana vurup resetlemeyi deneyebiliriz ama beni hatırlayana kadar buradasın. Plan böyle ve ben planımın değişmesinden hoşlanmam."
Bağlı olduğu sandalyede kıpırdanırken yüzünde rahatsız edici bir ifade vardı.
"Tuvaletim geldi," dedi.
Avucumu yavaşça alnıma vurarak durdum.
"Off... bunu pek düşünmemiştim."
Aslında düşünmüştüm. D planı olarak.
"Seni bayıltacağım-"
"Ne!?"
Duvar kenarına yaslı duran şifonyerin üst çekmecesini açtım ve gazlı bezi çıkardım
"Korkma. Bayıltıp seni banyoya taşıyacağım," derken bir yandan eter şişesini arıyordum. "Banyomuz gerçekten harika. Küvet bile var ve çok rahat edeceksin." Şişeyi bulduğum gibi havaya kaldırdım ve korkulu gözlerle beni izleyen Mete'ye doğru salladım.
Fısıltıyla,
"Harika," dedi.
Ona umutsuzca bir bakış attım. Açıkçası beni daha kapısını çaldığımda hatırlamasını ummuştum. Evet bir kostüm giymiş, peruk takmış, hatta makyaj yapmıştım ama amaç zaten görüntümden tanıması değildi. Çünkü beni gördüğünde zaten tanımamış, aynı kampüs içerisinde sayısız gün bana sadece bakıp, yanımdan geçip gitmişti. Ben ona çocukluğumuzu hatırlatmak istiyordum. Sandığımın aksine zamanı iyi değerlendirememiş, ipuçlarını yeterince vermemiştim ve artık D planını uygulamak zorundaydım.
"Harika mı? Pek sayılmaz. Bundan sonra seni orada tutacağım." Mete'nin dehşete düşmüş ifadesini gördüğümde "Beni hatırlayana kadar!" diyerek bilgilendirme yaptım.
Artık kesinlikle öfkeliydi. Yüzü kıpkırmızı olmuş mavi gözlerinin tonu koyulaşmıştı.
"Seni polise şikayet edeceğim," derken sesi oldukça korkutucuydu. Yine de bu yoldan dönmemeliydim. Yılmaz Efendi gibi dayanıklı ve savaşçı olmalıydım. O babaannemden nasıl vazgeçmediyse ben de vazgeçmeyecektim.
Ortamı yumuşatmak isteyerek
"Olur, ağabeyimin numarasını iletirim," dedim.
Mete sözlerimle birlikte duraksadı. Yüzündeki öfke kırılır gibi oldu ve biraz kuşkulu bir ifade ile sordu:
"Ağabeyin polis mi?"
Hızlı hızlı kafamı aşağı yukarı salladım ve ona güven vermek istercesine
"Ayrıca beni içeri tıkmak için çok hevesli bir polis," dedim. Sözlerim maalesef doğruydu ve Mete'de buna birçok kez şahit olmuştu.
*
2004 Ağustos
Aslı, Mete'ye aşkını itiraf edeli sadece bir ay geçmişti. Bu bir ay boyunca düşündüğü tek şey en kısa sürede nasıl prenses olacağıydı. On bir yaşındaki bir kız çocuğu için normal sayılabilecek bu istek, Aslı için biraz farklı işliyordu. Avşarların evinde Aslı'nın en kısa sürede prenses olma planı dışında telaşlı bir koşuşturmaca hakimdi. Ağabeyinin üniversite tercih sonucu açıklanmış, polis akademisini kazandığı konu komşu ve akrabalar tarafından saatler içerisinde hızla duyulmuştu. Annesi, ağabeyinin bu başarısı için bir yemek organize etmişti.
Mutfakta hazırlıkların devam ettiği esnada Aslı, balkonda bir köşede sessizce oturuyordu. Ağabeyi Gürbüz onun bu sessiz ve sakin hallerine alışkın olmadığı için bir gariplik olduğunu sezerek yanına yaklaştı. Aslı küçük bir taburede oturmuş demir parmaklıkların ardından sokağı izlerken kabarık saçları yüzünü gizlemişti. Sanki elektrik akımına uğraşmış gibi kıvrılan tutamlar oldukça şekilsizdi. Gürbüz, kız kardeşine baktığında bu saçların kesinlikle taranması gerektiğini düşündü. Yavaşça uzanıp bir tutamı parmağına dolayıp çekiştirdi.
"Aslı."
Doladığı saçı bir kez daha çekiştirdi. "Ne yapıyorsun orada?"
Ağabeyinin saçını çekmesine hiçbir tepki vermeyerek öylece kıpırdamadan duran Aslı, bu sefer omzunun dürtülmesi ile yavaşça kafasını kaldırdı.
"Düşünüyorum."
"Neyi düşünüyorsun, kara kafa?"
Gürbüz balkon kapısının yansımasından dudaklarının üzerinde yeni çıkan ve hilal kesim bıraktığı bıyıklarını kontrol ederken, Aslı ağabeyinin sorularla kendisini sıkıştırmasına sinirlenmişti. Keyfi kaçık bir sesle
"Algılayamayacağın bir şey," dedi.
"Benimle böyle konuşursan seni nezarethaneye götürürüm."
Her zaman aynı tehditleri savuran ağabeyine göz devirdi. Gürbüz artık tam yanındaki diğer taburede oturuyordu. Bacaklarını demir parmaklığa uzatmış sırtını balkon duvarına yaslamıştı. Bugün keyfi yerindeydi. Hem istediği sonucu sonunda elde etmiş hem de sırf bu sebeple evde kutlama yapılacaktı. İyice kabarmış, havaya girmişti.
Aslı
"Gürbüz, oraya sadece ziyarete gidebilirsin. Henüz polis olmadın," diye cevap verdiğinde, ağabeyi uzanıp kardeşinin saçını tekrar çekti.
"Ağabey diyeceksin!"
"Gürbüz."
"Senin canın pataklanmak istiyor!"
"Amcama telefonun antenini senin kırdığını söylememi istemiyorsan benimle uğraşmazsın."
Aslı her zaman elinde bir koz bulundururdu. Ağabeyi pek kafasını beladan kaldıramadığı ve Aslı da çok iyi bir gözlemci olduğu için bu durum epey işine yarıyordu. Ama bu sefer Gürbüz garipliği fark etmişti. Aslı gerçekten de düşünüyordu. Savurduğu kozu bile oldukça ilgisiz söylemişti. Oysa Gürbüz'ün bir açığını yakaladığı zamanlar pantere dönüşürdü. Tehditler savurur, ondan koparabildiğini koparırdı.
"Sende bir gariplik var."
"Düşünüyorum dedim ya."
"Benimle paylaşmalısın. Belki yardımcı olabilirim."
Aslı o an fark etti. Ocaktan başka yere gitmeyen, kafayı devlet işleri ve siyasetle bozmuş olan ağabeyinin bile aşk konusunda defteri kabarıktı. Sonuçta Mete'de ağabeyi gibi bir erkekti. Erkekler birbirine benziyordu, Yılmaz Efendi hariç. Çünkü dedesi sadece ve sadece kendisine benziyordu.
Gerçekten de Gürbüz'ün aşk ve prenseslik konusunda kendisine yardımcı olabileceğine ikna oldu.
Heyecanla oturduğu yerde ağabeyine döndü ve hiç düşünmeden
"Ben Mete'ye aşığım," deyiverdi. Aslı'nın itirafı ile birlikte Gürbüz çok kısa durakladı ve ardından tüm mahalleyi inletecek kahkahası kulakları vahşi bir kedi gibi tırmaladı. Onun kahkahalarına babası, annesi ve daha sonra amcası eşlik ettiğinde Aslı küçücük balkonda un ufak olmayı, demir parmaklıklar arasından süzülüp kaçabilmeyi diliyordu. Herkes bir olmuş Aslı'nın Mete'ye aşık olmasına kahkahalarla gülerken Mete ve annesi Nergis Hanım, Avşar Apartmanı'nın önünde konuşulanlara kulak misafiri olmuştu.
Aslı, kafasını uzattığı parmaklıkların ardında onları gördüğünde artık utancın yerini öfke almış, amcasının aylarca birikim yapa yapa aldığı çok kıymetli telefonunun antenini kıranın ağabeyi olduğunu bir çırpıda söyledi. Kahkahalar nasıl aniden başladıysa aynı hızda sona ermişti. Sessizlik amcasının duyduklarını hazmetmesine yetecek kadar sürdü. Ardından Gürbüz'e hakaretler, azarlamalar, cezalar ve havada uçan bir terlik vardı. Aslı bu anıyı en son kaçarcasına odasına giden ağabeyinin
"İçeri tıkacağım ilk kişi sen olacaksın," sözleri ile hatırlıyordu. Kesinlikle kutlama yemeği daha başlamadan tatsız bir sona ulaşmıştı.
*
"Efendim Nergis teyzeciğim."
Mete'ye son kez yüzüme dikkatlice bakmasını çünkü onu salana kadar bir daha banyodan çıkaramayacağını söyledikten hemen sonra eteri burnuna dayamıştım. Kısa sürede bayılan Mete'yi marul kafalı ikizlerin yardımı ile banyoya taşımış ortalığı son kez kontrol ettikten sonra kapıyı üzerine kilitlemiştim. Uyandığında kendisini oldukça lüks bir banyoda bulacak ve bence buna keyiflenecekti. Artık elleri bağlı olmayacaktı ve kapı ardından ona vereceğim ipuçları ile beni hatırladığı an özgür olabilecekti.
Her şey D planındaki gibi tıkırdıyordu ta ki Nergis teyze beni arayana kadar...
Mete'nin uyanmasını bekleyemeyecek kadar yorgun olduğumu anladığımda yaptığım ilk şey yüzümü temizlemek ve pijamalarımı kuşanmak oldu. Ardından dakikalar önce Mete'nin bağlı olduğu sandalyeyi yerine götürmüş, marul kafalara söz verdiğim ücreti teslim etmiş ve çatı katta banyonun hemen karşısında duran kanepeye uzanmıştım. Uyumam ne kadar hızlı gerçekleşmişse 09.00 alarmının sesi ile uyanmam da aynı hızla gerçekleşti. Bugün devamsızlık yapamayacağım en zor dersler vardı. Mete'ye seslenemeden hızlıca kalkmış bir alt kata, kendi odama inmiş dakikalar içerisinde giyinip hazırlanmış okula gitmiştim. Her ihtimale karşı marul kafaları ise tekrar evime yönlendirmiştim. İlk dersten hemen sonra saat yaklaşık 12 civarı telefonuma Mete'nin annesinin araması düştü. Mete'yi ortaokuldan sonra üniversiteye kadar görmemişsem bile Nergis teyze ve Recep amca ile irtibatım hiç kesilmemişti. Mete'nin gelmediği aile toplanmalarına ben mutlaka katılır herkes ile özlem giderirdim. Bu sebeple evham yapmamaya uğraşarak aramayı cevapladım.
"Aslım, nasılsın tatlım?"
"İyiyim... sen nasılsın? Recep amcacığım nasıllar?"
"Recep amcan gayet iyi elinde meyve tabağı ile TV keyfi yapıyor. Benim pek keyfim yok."
"Selamlarımı ilet lütfen. Senin neyin var? Her şey yolundadır umarım..."
"Mete'ye dünden beri ulaşamıyorum. Mesajlarıma dönmüyor. Az önce okuldan bir arkadaşı ile konuştum o da ulaşamıyormuş."
Korktuğum başıma gelmişti. Gerilen boynumu esnetirken bir yandan da karnımı doyurma amacıyla kantine doğru yürüyordum.
"Ah... öyle mi?"
"Biliyorsun, seçimler yaklaştıkça pek iyi şeyler olmuyor, Recep amcan ile çok endişeleniyoruz."
"Haklısınız."
"Siz aynı okuldasınız. Bazen rastladığından bahsetmiştin. Acaba bugün okulda gördün mü?"
Hızlı karar vermem gerekiyordu. Mete'yi en azından bir gün daha evimde tutabilmek için bu yalanı söylemeliydim. Sanki görebilecekmiş gibi kafamı hızlı hızlı yukarı aşağı salladım.
"Evet, gördüm," derken gerginlikten neredeyse düşüp bayılacaktım.
"Sıpa! Neredeydi?"
"Yolda gördüm gidiyordu."
Oğlunun gittiği yol yol değildi Nergis teyzem, o yüzden kaçırıverdim.
"Nereye?"
"Hiç bilmiyorum." Tam o esnada telefonuma bir mesaj düştü. Annem aramış ulaşamamıştı. "Nergis teyzeciğim, annem aramış. Ben onu cevaplayayım olur mu?"
"Tabi tabi, kızım. Meteyi-"
"Yine görürsem seni haberdar ederim."
"Teşekkür ederim, canım."
Alelacele aramayı sonlandırıp anneme dönüş yaptığım esnada kalbim neredeyse göğüs kafesimi delip çıkacaktı. Aşk bu muydu?
*
Günün son dersi, profosörün ara vermeden işlediği üç saatin sonunda
'bugünlük bu kadar' sözleri ile bittiğinde hızlıca çantamı toparladım. Kendimi Pelin bugün okulda olmadığı ve beni sıkıştıramayacağı için şanslı sanıyordum fakat derse iki kez aramış ardından bir sesli mesaj bırakmıştı. Bu buluşmak isteyeceği anlamına geliyordu. Çok yorgun olduğumu bahane edebileceğimi, Mete'nin yanına gidip ona ipuçları vererek kendimi hatırlatabileceğimi ummuştum ama Pelin sesli mesajında evimin önünde beni beklediğini söylemişti.
Neredeyse koşturarak otoparka doğru giderken biri ismimi seslendi.
"Aslı Avşar!" hafif kafamı çevirerek baktığımda gördüğüm yüz kesinlikle bugün oldukça şanssız olduğumu işaret ediyordu.
"Hey!"
Ceketli Okan, büyük adımlar atarak saniyeler içinde önümde durdu. "Neden koşuyorsun?" derken sanırım hızlı hareket etmek zorunda kaldığı için yanakları kırmızıydı. Üzerinde gri bir palto vardı ve bacaklarını saran siyah bir pantolon giymişti. Düzensiz nefesler aldığı esnada yolumu kesip beni durdurmasına izin vermeyerek yanından geçip gitmek için hamle yaptım ama elinde tuttuğu ve rulo haline getirdiği bir dosyayı göğsümün hizasında havaya kaldırarak beni durdurdu. Bıkkın bir ifadeyle
"Acelem var çünkü," diye söylendim.
Okan'ın kalın kaşları sanki mümkünmüş gibi biraz daha çatıldı. Alnında incecik bir çizgi oluşmuştu ve yüzü hala biraz pembeydi.
Kıstığı ve şüpheyle baktığı gözlerine bakmaktan çekiniyordum.
"Paniklemiş gibisin?"
Evet, arkadaşını kaçırmış banyoma kitlemiştim ve şimdi yakın arkadaşım evimin önünde olduğu için paniklemem oldukça doğaldı.
Bunu onunla paylaşamazdım, kesinlikle bunu ceketli Okan'ın bilmemesi gerekiyordu. Polis çevresi olduğunu, ocaklarda takıldığını ve okulda da güçlü bir üne sahip olduğunu biliyordum. Okan tehlikeli bir adamdı ve ben tehlikeli adamlardan korkardım. Fakat korkumu asla belli etmezdim.
"Senden korktuğumu mu sanıyorsun?"
Okan bir süre öylece yüzümü izledi. Sanki bir şeyler çözmeye çalışıyor gibi bir hali vardı.
"Bayrağa küfür edecek biri değilsin."
"Bu ne demek?"
Sorumla birlikte hafifçe güldü. Dudağının kenarı alaycı bir havayla gerilmişti. Gözlerini kırpmadan bana bakarken
"Bu şu demek," diyerek bir adım daha yaklaştı. "Öyle biri olsaydın." Parmağını hafifçe yüzüme doğrulttu. "Evet, benden korktuğunu sanabilirdim."
Bu kesinlikle bir kız tavlama taktiğiydi. Dönemin koşullarından olsa gerek ülkücü gençler sık sık bu gibi yöntemlere başvururdu. Kendi ağabeyimden de bildiğim üzere bu gibi sözlere oldukça alışkındım. Bu sebeple Okan'a gülmeden edemedim.
"Bu sözlerden etkilenmem mi gerekiyor?"
Gözleri yüzümde duraksamış gülüşüme anlamsız bir ifade ile bakıyordu. Az önceki alaycı ve kendinden emin tavrı kesinlikle bozguna uğramıştı.
Gülüşüm yavaşça solduğu esnada boğazımı temizledim ve tekrar yanından geçip gitmek için hamle yaptım.
"Ben gidiyorum."
"Mete nerede?"
İşte bunu beklemiyordum. Mete ile tanışıklığımızdan ona bahsetmemiştim. Zaten düne kadar ceketli Okan ile herhangi bir iletişimim de olmamıştı. Pelin dışında kimse Mete'yi tanıdığımı bilmiyordu. Ellerim buz kesmiş bir şekilde öylece dikilirken kısık bir sesle
"Ben nereden bilebilirim?" diye sordum.
Konuşacağı o esnada elindeki minik tuşlu telefonun sesi konuşmamızı böldü. Ekranı kontrol ettikten saniyeler sonra hızlıca cevapladı. Bana parmağını kaldırarak beklememi tembihledikten sonra bir adım uzaklaşarak telefondaki ile konuşmaya başladı.
"Efendim?... hayır henüz ulaşamadım... biliyorum... gerekirse tekrar bastıracağız... haber vereceğim."
Ayaklarım güçlü bir yapıştırıcı ile yere sabitlenmiş gibi hissediyordum. Kesinlikle kıpırdayamayacaktım. Nereden çıkmıştı bu soru? Okan telefon görüşmesini yaparken ben de nefesimi düzene sokmaya biraz olsun sakinleşmeye ve en azından telaşımı bu kadar belli etmemeye çalışıyordum. Göz ucuyla otoparktaki arabamı görmeye çalıştım. Kırk adım kadar uzağımda kırmızı bir ışık gibi parlıyordu. Belki koşsam, o anlamadan arabama binip uzaklaşabilirdim fakat şüpheleri daha fazla üstüme çekmeden bana neden Mete'yi sorduğunu öğrenmeliydim.
Okan, telefon konuşmasını sonlandırıp tekrar yüzünü bana döndüğünde rulo haline getirdiği dosyayı cebine sıkıştırmıştı.
"Neden Mete'yi sordun?"
"Nergis Hanım'a onu bugün gördüğünü söylemişsin."
Tabii ya! Ceketli Okan'ın boyu gibi elinin kolunun da uzun olduğunu, herkesle irtibatta olabileceğini unutmuştum. Telaşımın biraz olsun azaldığını hissederek umursamazca kafamı sallayarak onu onayladım.
"Evet." Gözlerimi kara gözlerinden çekerek ayakkabımın ucuna baktım. "Yolda gördüm gidiyordu."
Ben ayakkabımın ucu ile ritmik bir titreme oluştururken bana biraz daha yanaştı.
"Nerede gördün?"
"Fakültenin yokuşunda."
"Hangi fakültenin?"
"Mühendislik?"
Okan kısa bir duraksamanın ardından kafasını sallayarak başka yöne baktı. Ağzının içinde
"Pekala..." diye mırıldandığı esnada gözleri otoparkın girişinde dikilmiş bize doğru bakan üç adamdaydı. İçlerinden birinin saçları ensesinde topluydu ve aşina olduğum bir yüze sahipti. Daha önce mutlaka görmüş olmalıydım. Birinin gözlerinde siyah bir güneş gözlüğü vardı. Diğeri ise üzerine giydiği yeşil paltoyu boynuna kadar kapatmıştı. Dikkatli baktığım zaman yüzündeki yaraları fark ettim. Yer yer morluk ve kırmızılık bu uzaklıktan bile çok net görünüyordu. Tekrar Okan'a baktığımda yüzündeki buz gibi ifade oldukça korkutucuydu. Gözlerini hiç kırpmadan öylece üçlüye bakıyordu.
Önümde duran bedenini biraz uzaklaştırabilmek ve bana bakmasını sağlayabilmek için hafifçe omzunu dürttüm.
"Şimdi gidebilir miyim?"
Ona dokunmamla hafifçe irkildi ve kafasını aniden çevirdi. Artık aramıza iki adımlık mesafe koymuştu.
"Dikkatli olmalısın." Gözleri üçlü ve benim aramada gidip gelirken
"Kalabalık yerlerde çok dolaşma, Aslı Avşar," dedi.
Sanırım seçim dönemleri herkesten en çok duyduğum cümle buydu.
*
"Buzlu limonata istiyorum."
Pelin, Sultan'ın iki katlı dairesinin alt katındaki salonda, koltukta ayaklarını uzatarak yayılmış emirler yağdırıyordu. Ceketli Okan'ın beni azat etmesinden hemen sonra arabamı hızla eve sürmüş, apartmanın önünde merdivene çöreklenmiş olan Pelinle birlikte eve girmiştim. Yolda marul kafaları çatı katından inmemeleri ve Mete'ye dikkat etmeleri konusunda sıkı sıkı tembihlediğim için rahattım. Pelin ise eve girdiğimiz andan itibaren bende bir farklılık olduğunu, ona anlatmadığım şeyler olduğunu ve bunları onunla paylaşana kadar da beni kölesi ilan ettiğini açıklamıştı.
"Limon yok."
"Kahve istiyorum."
"Yeni bitti."
"Buzlu su getir."
"Buz yok."
"Su getir o zaman, Aslı!"
Bağdaş kurarak oturduğum tekli koltukta kafamı koltuğun sırtına yaslamış gözlerim kapalı bir şekilde dinleniyordum. Eve girdiğimden beri Pelin'e ilk önce tavada tost yapmış ardından iki gün önce komşunun getirdiği mozaik pastadan ikram etmiştim. Kahve yapmış hatta yaparken anneannemin en sevdiği fincanlardan birini kırmıştım.
"Kalkıp kendin al."
Pelin, artık isteklerini yapmadığım için keyfi kaçmış bir şekilde yüzüme bakıyordu. Gözlerim kapalıydı ama yeşil gözlerinin bir bıçak gibi üzerime saplandığını hissedebiliyordum. Tam o esnada bir şey oldu. Üst katta bir eşyanın devrildiğini işittik. Şifonyerin üzerindeki vazo olabilirdi. Belki de Mete banyoda bir şeyler devirmişti. Pelin uzandığı koltukta doğrulmuş sese kulak kabartmıştı.
"O ses neydi öyle?"
Umursamazca elimi sallayarak "Komşu olmalı," hafifçe öksürdüm ve telaşımı gizlemeye çalışarak tekrardan koltukta geriye yaslandım. "ya da balkonda bir şey devrilmiştir, boşver."
Pelin, ortada duran sehpanın üzerinden kumandaya uzanıp televizyonun sesini kıstığı esnada bir bağrış yükseldi.
*
Bölüm Sonu
Devam edeceğiz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKTAN YAPTIM
ChickLitAşktan neler yapabilirsiniz? Aşk için ne kadar ileri gidebilirsiniz? Peki, aşk için nelerden vazgeçebilirsiniz? Ben aşktan çok şey yaptım. Aşk için tahmin edemeyeceğiniz kadar çok ileri gittim. İlk önce bir prenses kılığına girdim. Ardından sevdiğim...