Bölüm 1: Prenses

4.4K 233 37
                                    


Bölüm 1: Prenses

Babaannem Kore savaşının patlak verdiği 1950 yıllarında, hala daha ballandırarak anlattığı dedeciğim Yılmaz Efendi'ye bir çeşme dibinde aşık olmuş. Yılmaz Efendi yağız bir delikanlı ve başarılı bir askermiş. Cephede görev aldığı esnada bacağına aldığı darbe sonucu hiç istemese de gazi olarak Türkiye'ye dönmüş fakat askerliği bırakmamış. Ankara'nın ücra bir köyünde, bir çeşmede birleşmiş kaderleri. Dedem o günü 'Ankara'nın ayazı bizi hep çarpardı ama bu seferki başkaydı' diye anlatırmış. Babaannemin ailesi askerle evlenmesine rıza göstermediği için Yılmaz Efendi'ye kaçmış. Yıllar içinde biri babam olmak üzere iki oğulları iki de kızları olmuş. Babam ve annem aynı yerde doğup büyümüş komşu çocuklarıymış. Fakat babamın, siyasi olaylara karıştığından olsa gerek yaşadıkları yerde pek iyi bir ünü yokmuş. Hem bu sebeple hem de evin tek çocuğu olduğundan annemin ailesi aralarındaki ilişkiye razı değilmiş. Şimdi onlara hikayelerini sorsanız babam o zamanlar kurduğu kaçırma planlarını dünmüş gibi anlatır. Kendisi, babası Yılmaz Efendi gibi kız kaçırmaya çok hevesliymiş ama annem ailesinin rızasını almak istemiş ve beş sene beklemek zorunda kalmışlar. Küçük halamın anlattığına göre gençliğinde babaannemin rızası olmadığı için kendisini kaçırmak isteyen pilot bir yareninin teklifini reddetmiş. Büyük aile toplanmalarında konu ne zaman babaannem ve dedemin hikayesine gelse amcam da hemen gençlik yıllarında kendisini kaçırmasını isteyen birçok genç hanım ile tanıştığını anlatır durur. Bu hikayelerin içinde büyüyen küçük bir kız çocuğuydum ve ailemizdeki 'aşk için kaçma/kaçırma' merakını bir türlü anlayamazdım.

Tarih boyunca aşk için; savaşlar başlamış, savaşlar bitmişti. İnsanlık aşkı öne sürdüğü suçlar işlemiş, kimi zaman arkadaşlıklarını kimi zaman kardeşliklerini bozmuştu. Aşk saraylara, kraliyetlere sızmış bir hastalık gibi dünya üzerinde her yere yayılmıştı. Tedavisi olmadığından hastası da çoktu ve bizim aile de yakalanmıştı. Fakat aşkın bizdeki yansıması bir başkaydı sanki...

Yılmaz Efendi, ben onu hatırlayamayacak kadar küçükken aramızdan ayrılmıştı. Onu tanıyamamış olmak beni üzüyordu çünkü zaman içinde Yılmaz Efendi ve benim nerdeyse aynı kişi olabilecek kadar benzediğimize dair inancım kuvvetlenmişti. Babam, dedem hakkında pek konuşmazdı ama babaannem ben ne zaman cesurca bir şey yapsam ona dedemi hatırlattığımdan bahsederdi. Bazen inadım bazen de sivri dilim benzetilirdi dedeme. Hatta edebiyat bölümünü kazandığımda Yılmaz Efendi'nin babaanneme yazdığı mektuplar ailede çokça konuşulduğu için büyük halam "Eyvah! Dedesi gibi başımıza şair kesilecek!" demişti. Üniversite kazanışım benim hakkımda haber değeri taşıyan ilk şeydi. Aile gündemine bomba gibi düşmüş bizimkileri itilaf ve ittifak takımı olarak ikiye bölmüştüm. Küçük halam dedemin onu okutmayışına dem vurmuş, amcam ise bir genç kızın üniversite okumasının 'uygunluğunu' incelemeye almış ve 'uygunsuzluğu' ile ilgili bir savunma hazırlamıştı. Neyse ki babacığım, amcam neyi savunursa tam tersini savunmakla kodlanmış biriydi bu yüzden konuşması pek dikkate alınmamıştı. Ağabeyim eğer gelirsem ocaktan arkadaşlarının kontrolünde olmam şartını öne sürmüştü. Yani beni birkaç bıyıklı arkadaşına emanet edip sorumluluktan kaçacaktı. Mahalleli tarafından annemin kulağına 'İstanbul'a okumaya giden genç kızların ya kaçacağı ya da komünist olacağı' çalınıyordu. Babaannem tüm bunları duyduktan sonra alevlenmiş "Benim kızım dedesi gibi başarılı dedesi gibi güçlü kuvvetli. Öğretmen olup dönecek." diyerek gündemi noktalamıştı.

Her memlekete gidişimde babaanneme o çeşme dibindeki hislerini sorardım. Bazen yüreğinin tam ortasında bir çöreklenme bazen midenin içinde kelebeklenme bazen de bir elektriklenme şeklinde anlatırdı. Bir keresinde "Yılmaz Efendi'nin gözlerinde geleceğimizi gördüm" demişti. Ama sanırım beni en etkileyen dedemin ölümünden sonra bile aşkını ilk günkü gibi anlatıyor olmasıydı.

AŞKTAN YAPTIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin