Kyungsoo benim lise aşkım, ergen rüyalarımın baş kahramanıydı. Sadece rüyalarımın baş kahramanı olmakla kalmamış, eline gelen bir tabureyi alarak usul usul yüreğime adımlayıp oraya oturuvermişti. Ben de öylece izlemiştim. İçime işlemesine izin vermiştim. Haberi yoktu. Beni belki iki kez görmüştü, belki bir kere göz göze gelmiştik ama ben hep onun izinde, bazen arkasında, bazen solunda bazen de okul bahçesinin en uzak köşesindeydim; odağım da oydu.
Kendimi keşfettiğim yeni zamanlardı. Birkaç gün öncesinde arkadaşlarla kızları keserken bir gün gelip karşıma çıkmasıyla tüm bildiklerimi ve doğrularımı yürürken peşine takmış, sanki boynuma bir ip bağlayıvermiş de beni de sürükleyivermişti ardından.
Bocaladım ama ona yenilmek ikilemlerimi sürdürmekten daha kolaydı. Bir gülüyordu, bir konuşuyordu, o saçları rüzgarda bir savruluyordu; anında tavlayıveriyordu. Yüreğim ona düşüyor, rüyalarım onu sayıklıyordu. Defterlerimin kenarını adı süsler olmuştu.
Aynanın karşısına geçtiğimde saçlarımı düzeltirken tek düşüncem belki bugün beni görür, parfüm sıkarken tek düşlediğim belki yanımdan geçer ihtimalleriydi. Dişlerimi de daha bir özenle fırçalıyordum. Mutlaka bir vişneli soda içiyor, son damlasını da dudaklarıma yediriyordum. Hani olur da yanlışlıkla dudaklarımız çarpışırdı falan. Hazırlıksız yakalanamazdım.
Kyungsoo benim lise hayalimdi. Gerçekleşmesine hep yüzlerce adım geride olduğum hayalimdi. Hani elimi uzatsam, yüzüne bir gülsem falan olacak iş değildi. Başarılıydı, çevresi iyiydi. Okul birincisiydi. El bebek, gül bebekti. Ulaşılmazdı. Kyungsoo bizim dünyamızda yer edinmiş başka bir gezegendi ve benim için o gezegende hayat yoktu.
Ama şu an karşımda oturuyordu. Saçları kısaydı artık, hafifçe sürmüş olduğu jöleyle sağa yatırılmışlardı. Şirketi vardı. Takım elbisesi giyiyordu. Gergindi, kravatını düzeltip duruyordu. Gözleri; alkol karışmış gecenin oyununa düşerek zevkle dolaştığı bedenimin üzerindeydi. Sabah uyanınca bir kez bile bakmayıp sarhoştum diyerek ayrıldığı bedenimde geziniyordu. Ne var ki o gece nefesi alkol bile kokmuyordu.
Bir ay öncesinde bana o unutmadın mı zırvalaması ise, o geceden sonra kısa bir süre(!) peşinde koşmam olabilirdi. Ama bu bir ihtimaldi işte, artık yaşlanmıştım ve hatırlamıyordum.
Kısacası, demeye çalıştığım şey şu an karşımda oturmuşken, sadece bir gece kalabildiğim gezegeninde bana yer açmak istiyor olabilirdi.
Onu unutmuştum. Ama unuttuğum o değil, ona olan hislerimdi. Onu görmek ise beni yenilgiye uğrattı. Unuttum dediklerimin ağırlığını bana baktığı ilk anda hissettim. Onun gezegenine ihtiyacım vardı.
Ve şimdi belki de beni de dahil etmek istediği o dünyasına sadece kendim için değil, karnımdaki can yüzünden de ihtiyacım vardı. Bir ay olmuştu onunla konuşalı. Bir aydır evde yalnız kaldığım her müddette, bu iş benim için daha yorucu olmaya başladı. Yalnız hissettim. Karnımla konuşup durmak deli olduğumu düşündürtüyor, gözlerimin önüne çıkıveren mor perilerle sıyırdığımı falan zannediyordum.
Çok yiyordum, moralim bozuluyordu. Biraz yürümek için dışarı çıkmak istiyordum ama yanımda birisi olmayınca korkuyordum çünkü insanların hemen fark edeceğini ve beni öldürmek isteyeceğini falan kuruyordum kafamda.
Fiziksel olarak büyük bir değişim içindeydim lakin psikolojik olarak daha berbat bir hal alıyordum sanki. Bunun düşüncesi beni fazla endişelendiriyordu ve bebek doğduğu vakit sağlıklı bir babayla karşılamazsa ne olacak soruları içimi yiyordu. Ona nasıl bakmam gerektiğini, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum ki. Yabancıydım, bir gün hamile kalacağım düşüncesiyle yetiştirilmemiştim ve hazırlıksızdım. Bir anda kabul etmem beklenemezdi. Arkadaşlarım ki sadece Chanyeol, bana bir yere kadar yardım edebilirdi ve Chanyeol haklıydı. Bu bebeğin bir babaya, benim bir destekçiye daha ihtiyacım vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Peek-a-Boo || #PeeKaDiBoo
FanficBir sen, bir ben, bir de bebek... 🔖 2018 KaDi Doğumgünü vesiylesiylen yazılmıştır.