2~

1.5K 171 46
                                    

Parmaklarım önümdeki ahşap masada takır tukur sesler çıkarıyor, gözlerim faldır faldır dönüyor, dilim ağzımın içinde evrilip çevrilip duruyordu.

Fazla gergindim. Öyle gergindim ki içimde daha küçücük olan bebek bile bu gerginliğime dayanamayıp dışarı fırlayıp gidebilirdi ve ben boşu boşuna buraya gelmiş olurdum. Büyük bir şirketin tavanı yüksek bir kafetaryasını kastediyordum.

"Jongin, konuşacak mısın?"

Tüm hareketlerim durdu; parmaklarım sesini kesti, dilim yanağımda şişlik bıraktı ve gözlerim pörtleyerek yere bakakaldı.

Kyungsoo idi. Bana bu soruyu soran karşımda oturan Do Kyungsoo idi. Ve adım, nasıl hareket ettiğini dün gibi hatırladığım dudakları arasından nazikçe çıkmış, beni unutmadığını vurgulamıştı.

"Ah, birazdan yukarı çıkmam gerek, toplantım var."

Demek koskocaman bir şirketi vardı. Ben buraya hiç gelmemeliydim.

"Jongin, ben gidiyorum."

"Ne?! DUR! GİDEMEZSİN!"

Ayağa kalmış siyah ceketini düzelten Kyungsoo'yu kolundan yakaladım. Neden yaptım bilmiyordum ama bir de kendime çekmiştim. Benden kısa boyuyla göğsümün dibine kadar gelmiş, kalın kaşlarını çatmış oraya bakıyordu. Buradaki diğer herkes gibi...

"Ne yapıyorsun?" diyerek beni ittirdi ve üstünü düzeltmeye baktı. Bir yandan da etrafı kaçamak bakışlarla kontrol ediyordu. Çalışanlarına karşı onu utandırmış olmalıydım.

"Özür dilerim." dedim. Suçluca oturmasını işaret ettim. Sandalyesinde yerini aldığında ve bana bir an önce gitmek istediğini belli eden kıpırdanmalarla baktığında artık konuşmam gerektiğini biliyordum. Lakin Kyungsoo'nun az sonra duyacağı şeyden sonra kıpırdanmalar hala onunla kalacak mıydı, merak konusuydu. Çünkü diyeceklerim hiç de hayra alamet şeyler olmayacaktı.

"Immm... Şey... İlk önce birkaç açıklama yapmam gerek."

Derin bir nefes alıp tam da gözlerinin içine baktım. Baktığım anda amacım değişti ve ben asıl meseleden uzaklaşıp onun o koca irislerinde bir şeyler aramaya başladım. Geçmişe dair, bana dair... Belki de gönlüne dair... Ne var ki boş duruyordu? Siyah camdan irislerinin arkası oldukça berrak ve hatıralardan temizlenmiş duruyordu.

"Jongin..." dediğinde bir kez daha, o kadar dalmıştım ki ona... Suçum yok, birden söyleyivermiştim.

"Ben hamileyim."

Ne yaptığımı fark edip ağzımı kapatıp son hızla sandalyenin arkasına yapıştım. Korkuluydum. Do Kyungsoo ise oldukça sinirli görünüyordu! Bir gözü seğiriyor ve şimdi de onun parmakları takır tukur sesler çıkarıyordu.

"Yahu, ilk önce birkaç açıklama yapmam gerekiyordu. Bilirsin işte, bunların inanması kolay şeyler olmadığına, benim de ilk başta inanamadığıma ama aslında bütünüyle gerçek olduğuna dair falan. Her şeyi berbat ettim."

Kyungsoo göz devirip dudaklarını ısırdı. Öyle böyle bir ısırış değildi bu. Son duanı et ve bana nasıl ölmek istediğini söyle diyen bir ısırıştı.

"Bak Kyungsoo, öyle bir anda söylemek istememiştim."

"İki saattir karşımda oturup saçmalan için mi bekliyorum ben şimdi?"

"Ha? Ne iki saati, tamam belki bir saat ama hayır dur, saçmalamıyorum. Sadece ön konuşmayı biraz uzun tutmam gerekiyordu. Unuttum."

Parmaklarım ensemdeki saçları karıştırırken ayağa kalkmıştı.

Peek-a-Boo || #PeeKaDiBooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin