*Bölüm 3

47 11 2
                                    

Boş bir sayfaya resim çizerek belirleriz kaderimizi. Bazen o resmin çizgilerini çizmeyi isteyerek, bazen de istemeyerek çizeriz. O resmi tamamladık sandığımız an biri gelir o resme gölgelendirme yapmak ister. Resmimizi tamamlamak ister. Gölge olur, korur kollar bizi. Sen ise ona gün geçtikçe güvenmek.
Kaderi bir sanata benzetebiliriz aslında. Bir resimde acı ve hüzün görüyorsanız o resmin sahibine yardım etmelisiniz. Çünkü o yardıma muhtaçtır. Ama maddi değil, manevi yardımdan bahsediyorum.

Ertesi gün olduğunda alarmın sesiyle uyandım. Okula erkenden gitmek gibi bir niyetim olmadığı için evde biraz oyalandım. Oyalanmak için ise evi biraz düzelttim. Otel gibi kullandığım evi. Ve sonra çıkmaya karar verdim. Yolda Yağmurla karşılaştık. Yürüye yürüye yollarımızın ayrıldığı yere kadar konuşarak yürüdük. Ben okuluma, o okuluna doğru yol aldı.

Sınıfa geldiğimde sınıfı süzdüm ve arka sıralardaki Simge ve arkadaşlarını göremedim. Gelmesin daha iyiydi. Onun yüzünü görmemem daha iyiydi.
Balın'ın yanına oturduğumda hiç birşey söylemedi.
"Günaydın Balın"
"Günaydın"
Soğuk ve mesafeli bir sesle söylemişti bunu. Ders felsefeydi. Bu dersi de severdim. Kelimelerin düşüncelere dökülmüş hali. Defter ve kitaplarımı sıranın üstüne koydum. Ardından da öğretmen geldi.
"Evet arkadaşlar bugün ünlü düşünürleri işleyeceğiz. Herkes sırayla bir ünlü düşünür ve onun bir sözünü söyleyecek. Hadi Barış sen başla."
Sırasıyla herkes söylerken sıra bana gelmişti.
"Sokrates' in *Tek bir şey biliyorum. O da hiçbir şey bilmediğimdir.* sözü."
Sıra devam ederken herkesi dinliyordum. Hepsi güzel sözlerdi. Zil çalınca sınıftan çıkıp bahçeye doğru ilerledim. Üzerime fırlatılan boya balonları ve yumurtalarla neye uğradığımı şaşmıştım. Ben sakince bahçede bir banka oturup etrafı izlemek istiyordum. Ama şuan durum farklılaşmıştı. Sanki tüm okul bana düşman olmuş gibi boyaları ve yumurtaları fırlatıyordu. Biliyordum ki bunu bana Simge'nin ta kendisi yaptırıyordu. Çünkü tam önlerinde sırıtarak bana bakıyordu. Hiçbir şey yapmadan sadece ayakta durarak bekledim ellerindeki balonların ve yumurtaların bitmesini. Ve en son bitirdiklerinde "Bitti mi ?''
Diye bağırdım. O da "Evet." dedi sırıtarak. Sakin bir tonla ama onun ve herkesin duyabileceği sesle "Neydi bu şimdi? Dün saçını çektiğimin intikamı mı? Sen işte bu kadarsın. Daha fazla yapamaz mıydın? Çektiğim acıların yanında senin bu çocukça intîkâmın hiç gelir bana. İnsanların durumuyla, bulunduğu konumla, hayatlarıyla dalga geçen bir insansın sen. Gece düşünüp 'acaba yarın kime sarsam' diye mi düşünüyorsun? Söylesene ya sen kendini ne olarak görüyorsun? Ben söyleyeyim ACİZSİN, ACINASISIN. Sana baktıkça acıyorum biliyor musun?" Dedim ve cevabını beklemeden koşar adımlarla kızlar tuvaletine gittim. Aynadan kendime bakınca berbat bir halde olduğumu gördüm. Kıyâfetlerim ve saçlarım yumurtalarla, boyalarla kaplıydı. En azından tuvaletteki duş kabinelerinden birine girip saçımı,yüzümü falan yıkadım. Saçım iyice temizlenmese de eskisinden iyiydi. Tuvaletin kapısı yavaşça o tarafa baktım ve gelenin siyah saçlı, orta boylu bir erkeğin geldiğini gördüm.
"Sanırım karıştırdın burası kızlar tuvaleti."
"Hayır karıştırmadım, bilerek geldim."
"Neden benimle daha çok dalga geçebilmek için mi ?"
"Hayır,hayır. Sadece birşey soracaktım."
"Sor hadi acelem var."
"Ama önce üstünü değiştirmen lazım. Böyle durmamalısın. Boyalar kimyasal olduğu için sana zarar verebilir."
Haklıydı, ama benim yanımda kıyafetim yoktu ki.
"Benim yanımda kıyafet yok."
"Tamam, şöyle yapalım. Ben bir kızdan yedek kıyafet alayım. Bir tişört ve pantolon olur mu?"
"Olur." Utançla söylemiştim. Ne soracağını merak etmiştim. İyi birine benziyordu. Kapı açıldığında onun geldiğini anlamıştım. Elinde bir poşet vardı. Poşeti bana verdi ve beni dışarıda bekleyeceğini söyledi. Bir tuvalete girip üstümdekileri çıkartıp poşettekileri giydim. Üstümden çıkarttığım kıyafetleri poşete koyup dışarı çıktım. Aynadan kendime baktığımda eskisinden daha iyiydim. Dışarı çıkıp etrafıma baktım ve onun karşı duvara yaslanmış bir şekilde beklediğini gördüm. Yanına gidip teşekkür ettim.
"E ne soracaksın bana?"
"İsmin ne ?"
" Bunu mu soracaktın bana ?"
"Hayır bu değildi tabii ki. Önce tanışmamız lazım."
"Sebep?"
"Kötü bir niyetim yok. Sadece birşey sorup gideceğim. Tamam mı ?"
"Yankı Bade Soyaner. 11-C sınıfındayım. Ve buraya burslu geldim. Peki sen?" Bir anda dondu. Ve şöyle dedi:
"Soyadın tanıdık geldi de. Ondan durdum. Ama neyse benzerlik olabilir. Ben de Egehan ÇETİNER  11-A sınıfındayım. Bir sene sınıf tekrarı yaptım. Yani burada 4 yıldan beri varım."
Sınıf tekrarı yapmasına şaşırmıştım. Çünkü zeki birine benziyordu. Aman bana neyse.
"Hadi sorunu sor birazdan ders başlar."
"Tamam. Seni birine benzettim. Çok benziyorsunuz. Sana onu soracaktım. Sevgi Soyaner diye birini tanıyor musun? ''
O an dünya durmuştu sanki. Bana annemi soruyordu. Sadece 7 yaşıma kadar tanıyabildiğim, bir kadını soruyordu. Birlikte oyun oynadığım, zaman geçirdiğim. Çocukluğumu geçirdiğim birini soruyordu. Herkes ilkokula annesiyle beraber başlarken ben üvey babamla başlamıştım. Dilim birbirine dolanmış gibi konuşamadım. Gözümün önünde sallanan elle kendime geldim.
"Yankı noldu kendine gel dondun kaldın."
"Se-sen nerden ta-tanıyorsun
onu ?"
Ağlamaya başlamıştım. Çünkü annemi sordukları zaman ya da ismi geçtiği zaman kötü olurdum.
"Yankı kendine gel. Sadece bir isim sordum." Kısık bir sesle ve hala ağlayarak:
"Annemdi."
Diyebildim. Defalarca 'annemdi' dedim. Ben annesizliği, babasızlığı iyi bilirdim. Bir başkasını annesini ve ya babasına sarılırken, babası küçük bir çocuğa balon, pamuk şeker alırken görürsem olduğum yerden uzaklaşırdım.

~°~°~°~

Uyandığımda bir yatağın üstündeydim. Daha dikkatli bakınca buranın revir olduğunu anladım. Odada Egehan ve bir hemşire vardı. En son ağladığımı hatırlıyordum. Sonrası yoktu. Biraz daha etrafa bakınca olanları idrak ettim. Hakan bana annemi sormuştu ve ben sonra bayılmıştım sanırım. Oturur hale gelmek için doğrulmaya çalıştım. Altını çiziyorum çalıştım.
"Saat kaç?" Kolundaki saate baktı ve 15:25 dedi.
"Kaç saattir uyuyorum ben?"
"Yaklaşık 5 saattir." Şuan son dersteydik. Kolumda serum vardı. Çıkartmaya çalışırken hemşire gelip kolumu tuttu.
"Benim gitmem lazım."
"Hayır gidemezsiniz küçük hanım. Serumunuz bitmedi daha. "
Ardından Egehan konuştu.
"Bak Yankı serumun az kaldı. Bitsin söz ben bırakacağım gideceğin yere."
"Tamam."
Serum bitince direkt sınıfa çıkıp çantamı ve montumu aldım. Aşağıda Egehan' ı beklemeye başladım. Yanında biriyle geliyordu. Uzun boylu siyah saçlı biriydi. Arkadaşı olabilirdi.
"Merhaba Yankı bu benim en yakın arkadaşım Ulaş TANSOY, Ulaş bu da Yankı Bade SOYANER."
Beraber arabaya doğru ilerledik. Egehan 18 yaşında olduğu için ehliyeti de arabası da varmış. Barın da bir sene sınıf tekrarı yapmış. Aynı sınıftalarmış. Bunları beraber arabaya giderken Egehan  anlatmıştı. Arabaya bindiğimizde Egehan kısık sesle bir müzik açmıştı. Arabayı Ulaş sürüyordu. Arada Ulaş' ın bana dikiz aynasından bakmasını görüyordum. Ben annemi düşünüyordum. 7 yaşına kadar yaşadığım anları, anıları düşündüm. Onunla birlikte oynadığımız oyunları düşündüm. Ve daha birçok şeyleri...
Evin sokağına geldiğimizde indim ve Egehan' a teşekkür ettim. Ana aklıma birşey takılmışt. Egehan benim annemi nerden
tanıyordu ?
Bunu yarın olunca Egehan'a  soracağımı aklımın bir köşesine not ettim. Eve girince içersini zaten düzenlediğim için makarna yapıp bir bardak da kola alıp odama çıktım. Onları yedikten sonra yatağıma oturdum ve biraz kitap okudum. Ve sonra uyudum.

**Buraya bir ünlü düşünür ve bir sözünü yazmak ister misiniz?

**Sizce Balın neden Yankı'ya soğuk davrandı?

**Sizce Egehan Yankı'nın annesini nerden tanıyor ?

Asıl OyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin