Taksiden inip havaalanına doğru yürümeye başladım. İçeriye girdiğimde adımlarımı daha da sıklaştırdım yoksa uçağı kaçıracaktım. Hızlı adımlarım neredeyse koşmaya dönüşmüştü. Ne vardı sanki uyuyakalacak? Pasaport kontrolüne geldiğimde görevliye pasaportumu vermiş sıkıntılı bir nefeside aynı anda dudaklarımdan dışarıya bırakmıştım. Kontrolden de hızlıca geçip ilerlemeye başladım. Eğer biraz daha geç kalsaydım kesinlikle uçağı kaçıracaktım. Uçağa doğru adımlamaya başladığımda içimde biraz burukluk biraz ise umut vardı. Hostese samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme gönderip oturacağım yere doğru ilerlemeye başladım. Yerimi cam kenarından almıştım. Uçak yolculukları beni biraz geriyordu ve cam kenarında oturmak biraz da olsa rahatlamamı sağlıyordu.
Uçağın haraketlenmesi ile gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İşte gidiyordum. Bu lanet şehirden adım adım uzaklaşıyordum. İçinde koştuğum sokaklardan, hıçkıra hıçkıra ağladığım köşelerden, nadirde olsa kahkahalarımın yankılandığı bu şehirden gidiyordum. Çocukluğumun anıları ile dolu caddeleri olan bu şehir, en büyük acılarıma tanık olmuş, insanlara karşı olan hayal kırıklarımın ayaklarımı nasıl kanattığını izlemişti.
Bu şehri yavaş yavaş terk ederken bütün acılarımı arkamda bırakmayı ümit ediyordum.Gözlerimden bir iki damla yaş bağımsızlığına kavuşunca gözyaşlarımı hemen sildim. Süzülen gözyaşlarımı her ne kadar silsemde içime döktüğüm gözyaşlarıma asla engel olamıyordum. Annem varken herşey daha kolaydı. Dizlerine yatardım ve o da saçlarımı okşar bana herşeyin güzel olacağından behsederdi. O zaman gözyaşlarımı silmeye ihtiyaç duymaz yalnızca annemin yumuşak ellerini yüzümde hissetmeyi usulca beklerdim. Annem gördüğüm en güçlü kadındı. Onun yanındayken güçlü durma ihtiyacı hissetmezdiniz. Öyle bir havası vardı ki sanki bütün dünya karşınıza geçse yinede içinizde o gücü hissettirirdi. Ve bende o güçten nasiplenenlerdendim.O hastalık onu benden almadan önce.
Annemle ben yalnız yaşıyorduk. Kendimi bildim bileli Antalya da yaşıyordum. Küçük evimiz bir anne kucağı kadar sıcak ve huzur vericiydi. Yıllarım o ufak evde geçmiş, bazen kahkahalarım evin duvarlarına çarpıp kulaklarımda yankılanmış, bazen gözyaşlarım sessiz sessiz akarken duvarlar beni seyretmiş ve sırtımı onlara yasladığımda bana dayanak olmuştu.
Babam kimdi bilmiyordum. Ne bir resmi vardı gördüğüm ne de ses tonu vardı kulaklarımda duyduğum. Baba demek benim için iki hecenin tekrarıydı yalnızca. Anneme ne zaman onun hakkında sorular sorsam gözleri dolardı ve ben yıllar önce babamı sormayı bırakmıştım. Annemi bu denli üzen adama karşı hep bir kırgınlık vardı içimde. İçimde ki baba sevgisine aç, babaya özlem duyan ufaklık yıllardır bana el sallamıyor kendini hatırlatmıyordu.
Bir süre sonra zaten baba kelimesi benim için bir şey ifade etmemeye başlamıştı. 2 yıl önce annemin akciğer kanserine yakalandığını öğrenmiştik. Ben ve o yalnızdık ve ben onu kaybedersem ne yapacağımı bilmiyordum. Çaresizlik içerisinde yalnızca bekliyordum.
Kanser, tedavisi zor bir hastalıktı. Uzun ve yorucu bir süreci vardı. Bazen zaman herşeyin ilacı olmuyordu maalesef. Benim için zaman umudumu yavaş yavaş çürüten bir zehirdi. Eğer çaresizseniz bilirsiniz, çaresizlik bilinmezliğe sürükler insanı. Kafanızın içindeki duvarlarda ordan oraya çarpar ve asla çıkışa ulaşamazsınız. Çaresizliğimin en belirgin olduğu zamanlarda odamda yorganımın altına giriyor sessizce ağlıyordum. Ancak içimdeki umut ağacını sağlam tutabilmek için, içimdeki sert fırtınalarda bile ona sarılıyordum.
Annemin yumuşacık saçlarını ben kesmiştim ve dökülen saçlar benim içimdeki umut ağacındanda bir çok yaprak dökmüştü. Keserken aynada ona gülümsüyordum. İçimde fırtınalar kopsada yüzümde yaprak oynamıyordu. Gün geçtikçe zayıflıyordu. Gözlerimin önünde yok oluyordu ve ben bir şey yapamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vâveyla
RomanceYeni başlangıçlar ölümle gerçekleşebilir miydi hiç? Yeni bir şehirde hiç tanımadığı insanlara baş ederken çocukluğunun eksik taraflarını tamamlayabilecek miydi Ekim? Yoksa onu tamamlayacak biri karşısına çıkacak mıydı? Her yaranın bir merhemi vardı...