Ekimin ağzından devam;
Döndüğüm köşeden sonra adımlarımı hızlandırdım. Geçen gün burdan geçerken uğramıştım ancak şimdi hangi sokağa girmem gerektiğine karar veremiyordum. Adımlarımı eminsizce atarken bir kaç sokak daha arşınladım ve sonunda aradığımı bulduğum için yüzümdeki memnun gülümseme ile eski kapıdan içeri girdim. Geçen hafta okula giderken biraz daha yürümek için yolumu uzattığımda bu sahafa denk gelmiştim. İçeriside en az kitaplar kadar eksiydi. Taştan duvarlar zamanla solmuş gibiydi. Kapıdan girince sizi buram buram bir kitap kokusu karşılıyordu, pekte aydınlık olmayan ortam sadece dükkandaki eskimiş pervazları olan pencereden içeri dolan cılız ışık aydınlatıyordu. Elbette bu ortam için yeterli bir ışık değildi ama eski duran ortama ve raflarda yer alan kitaplara ayrı bir hava katmaya yetiyordu. Raflarda duran kitapların üzerinde nazikçe parmaklarımı gezdirdiğim sırada içine daldığım dünyadan bana seslenen kadınla çıktım.
"Hoşgeldin kızım, nasılsın?"
"İyiyim Perihan hanım, siz nasılsınız?"
En son geldiğimde bir kaç saat sohbet etmiştik. O kadar hoşsohbet bir kadındı ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Saçlarına düşen aklar ve güldüğü zaman gözlerinin yanında çıkan kırışıklıklar yaşını saklamasına engel oluyordu. Ancak bu bilge görüntüden hoşlandığı her halinden beli oluyordu. Sakin ve sessiz konuşması ile sanki tamda içinde bulunduğumuz ortama aitti. Sırtına attığı örgü şal geçen gün geldiğimde de omuzlarında yer alıyordu. Burnunun ucunda duran gözlüklerinin üstünden bana bakan açık mavi gözleri ise insanın içini okur gibi bakıyordu.
"Sana çay getireyim."
Gülümseyen yüzüne aynı tebessümle cevap verdim."Hiç zahmet etmeyin Perihan hanım. Kitaplara bakmak ve sizi görmek için geldim."
Ben bunları söylerken çoktan arkasını dönüp mutfak diye tahmin ettiğim yere doğru ilerlemeye başlamıştı.
"Ne zahmeti güzel kızım, ayrıca bırak hanım demeyi. Resmiyete gerek yok."
Dedikleri ile gülümserken kitaplara dönüp incelemeye başlamıştım. Perihan teyzenin babası da sahafmış. Aile işi olduğunu söylemişti. Hayatının büyük bir çoğunluğu bu taştan duvarların arasında geçmiş. Hatta 'Saçlarıma aklar düştüğüne bakma kitaplar arasında insanın ruhu hiç yaşlanmıyor.' Diyip tatlı kıkırdamasını sunmuştu.
Üst raflarda gördüğüm 'Sabahattin Ali- Tüm şiirleri' kitabına parmak uçlarımda kalkıp elime aldığımda rastgele bir sayfa açtım.
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibiBazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibiAşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibiHissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibiŞimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibiSözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibiBaşını göğsüme sakla sevgilimGüzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi...Gözbebeklerimin üzerinde dolaşan cümleler ruhumu yeşertiyordu. Şiirin mucizesine inanamak gerekti. Her satırın arasına saklanan mânayı bulmak gerekti. Vücudumda dolaşan rüzgardan ayrı olarak enseme üflenen nefes ile ürperdim.
Arkamda biri olduğunu konuşana kadar anlamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vâveyla
RomanceYeni başlangıçlar ölümle gerçekleşebilir miydi hiç? Yeni bir şehirde hiç tanımadığı insanlara baş ederken çocukluğunun eksik taraflarını tamamlayabilecek miydi Ekim? Yoksa onu tamamlayacak biri karşısına çıkacak mıydı? Her yaranın bir merhemi vardı...