Skylar Grey - Words
Kafamı kaldırdığımda kafasını ve sırtını yatağa yaslayıp dik bir keşif oturan, çenesi hafif dik, hafif yandan bana başak Jungkook'la göz göze geldik. Kapıyı ondan gözlerimi kaçırmadan kapatırken tuttuğu nefesini boğazından gelen hırıltı ile dışarı çıkardı. Yumruklarını yatağa koyup soluklandı, birşeyler düşündü ve Yumruklarını biraz daha sıkıp, onlardan güç alarak kalktı.
Karşımda gördüğüm; bitkin, her şeyden yorulmuş ve gülmeye çalışan ama yapamayan bir erkek çocuğuydu. Sarılsam yaraları daha çok acıyacak, öpsem kanayacak, elini tutsam düşecek belkide. Varsın beraber düşelim, ama beraber.
Birlikte."çok beklettin.." diyebildi ancak bitkin, ayakta zor duruyorken. Sanki onu düşünürken aklıma gelen, az önce düşündüğüm herşey gitmişti.
Odanın içinde sadece ikimiz vardık
Tek başımıza
Sessiz
Nefes alıp verişlerimiz duvarlara çarpıyor"ama geldim.." dedim. Evet geldin, ama geciktin, çok yaraladın onu Park Jimin. Artık ağlasam da rahatlayamam diye düşünürken elini ensesine koyup biraz kaşıdı, kendi etrafında birazdan dönüp birşeyler düşündükten sonra birden yüzüme baktı ve "Susucak misin gerçekten? Diyecek hiçbir şeyin mi yok? Özrü geçtim sevgini bile dile getirmeyecek misin? Korkaksın.. " diye haykırdı, kulağımda yankılanıyordu dedikleri. Kaskatı kesilen vücudum titremeye başladı. Bir adım atabildim ona. Yüzüne baktım. Ay ışığı yüzüne vuruyordu ve yanağında süzülen yaşlar parlıyordu. Dokunmak istedim, yaşlarını silmek, sımsıkı sarılmak istedim ama yapamadım. Gücüm kalmamıştı artık, bir daha gidemeyecek kadar halsizdim.
Zar zor yutkunarak elimi yüzüne uzattım ve yanağını okşadım. Nemli yanakları yumuşacıktı, onları ısırıp doya doya öpmek istiyordum ama şuan sadece okşayabilirdim.
Elini elimin üstüne koyup;hastalıktan yataklara düşmüş bir insanın ne kadar gücü olabilirse o kadar sıkabildi. Kısacası, hiç gücü yoktu.
Yanağını okşadığım, hala yüzünde olan elimle kafasını göğsüme yasladım ve kafamı kafasına dayadım. İki güçsüz erkek, odanın ortasına çöktük ve ağladık, cesurca. Gözyaşlarımızı döktük cesurca, bir daha bu cesareti nasıl bulurdum bilmiyorum fakat, doya doya ağlamak istiyordum. Ama yapmamalıydım. O zaten yaralı, ben yaraladım, ben üzdüm, onu ben bu hale getirdim. Ben de güçsüz kalırsam bizi kim toparlayacak?
Kafasını kaldırıp bana bakmasını sağladım. "uyumalısın.." dedim küçük bir tebessüm ile. Ayağa kalkıp elimi uzattığımda bana bakan gözleri küçük bir köpek yavrusunu anımsattığı için, gülmeden edemedim. Elimi sımsıkı kavrayıp ayağa kalktı ve yatağa baktı. "başka oda yok, yani eğer Yoongi hyung ile uyumak istiyorsan odası kolidoru-"
Lafını kesmemi gerektiren şey aklıma onun yanına giden Taehyung'un gelmesiydi, tamamen unutmuştum. "ah evey, Tae Yoongi 'nin yanına gitmişti. Ben onlara bakayım" diyip onun yatmasını seyrettikten sonra odadan çıktım.Kolidordan çıktıktan sonra saçma sapan bir piyano sesi kulağıma çarptı. Melodi desek, değil. Rastgele çalınıyor desek oda değil. Halsiz düşen parmaklar uzun süre piyanonun tuşlarında kalıyor, ağır ağır geri çekiliyor ve tekrar düşüyor gibi.
Odaya girdiğimde Taehyung Yoongi hyunga odaklanarak bakmış, Yoongi ise.. Ah, yine içmiş. Kafasını tutamıyor ve hala piyano çalmayla çalışıyor, delireceğim. Ha Na 'ya olan hislerini bilmesem piyano ile ilişkisi var diyeceğim..
Ellerini bacaklarının üzerine koyup yüzüne bakarak "Ben geldim hyung." dedim. Bana bakıp, dudak altından gülerek "Serseri.. Neden o hariç herkes geliyor?" dedi. Ne diyeceğimi bilemedim, Yoongi.. Gerçekten de eski halinden eser yok, cesurca ağlıyor.. Fark ettim de bu gece hepimiz gururu bir kenara atıp cesurca ağladık.
"çok seviyordun değil mi, hyung?" dedim.. Bir an piyanoya baktı ve kaşlarını biraz kaldırarak "Bir erkek bir kadını ne kadar çok seviyorsa, O kadar çok seviyordum"