(Jungkook'un Ağzından Devam)
01/04/2018
O herifin yüzünü görmeyi sevmesem de gidiyordum. Kapıyı kimin açacağını kendi kendime tartışırken kahverengi, camları kırık dış kapının önüne çoktan gelmiştim.
Zil içine göçmüş ama hala tutunuyor diğer parçalarına. O hali kendi kendine çırpınan beni hatırlattı bir kere daha. Hala tutunmaya çalışıyordum birşeylere. Gidişinden aylar da geçse hala umutla bekliyordum. Yaşıyormu onu bile bilmiyordum ama, ölemez.
Merdivenleri çıkarken binanın içindeki rutubet kokusu burnumu yakmışken yüzümdeki buruşukluğu kesmemin nedeni kapıda gölgesi görünen, vücudunu göstermeyen şahıstı. Eve girerken ilk yüzünü görmek istediğim kişi o suratsız değildi.
Zaten o da değilmiş, kapıda bekleyen abim idi.
Yüzümdeki olacakları bekleyen ifadeyi silip abime tepki verdim. "Hala aynısın" Dedi, hiçbir şeyden haberi yoktu oysaki. İçimden hiçbir zaman görmediğim abi, baba sevgisini kusmak istiyorken sırasının şimdi olmadığını düşündüm. Gelecekti, çok yakında o vakit de gelecekti.
"Değişmemi gerektirecek çok şey yaşadım ama aynıyım, evet. Sen de aynısın." dedim ukala şekilde. Ne ona ne de içerideki kansız herife gram saygım yoktu. "Değişmemi gerektirecek değişik şeyler yaşamadım, sen gittiğinde nasılsa şuan da öyle. Seni bekliyor, geç" dedi salonu işaret ederek.
Salon kapısında aniden beliren annem endişeli bir şekilde boynuma sarıldı. Kokumu içine çekişleriyle yanıp tutuşan hasretini söndürüyordu. Hayatımda gördüğüm en güzel kadından en güzel sevgiyi gördüm, görüyorum. Yavaş yavaş aklar düşmeye başlayan;önüne düşen saçlarını boynunun gerisine atıp uzun zamandır çekmediğim cennet kokusunu içime çekmeye başladım.. Orada o kadar öpme ile bırakmazdım ama babamın sesini duyunca, bıraktı.
"Daha ne kadar bekleyeceğim? Hasretinizi sonra giderirsiniz." Ses tonu bile midemin kalkmasına neden olurken yüzünü gördüğümde kusacağımı düşünmeden edemiyorum.
Kurulu sofranın başında gözlerini kapıya dikmiş, pis bakışlarını üzerime çöktürmüştü. Karşısında sert ifademi bozmamış bir şekilde dikilmeye başladım.
"Sofraya otur" dedi emir verir şekilde. Umursamadım. Eğer umursarsam kötü şeyler ulurdu. Kolayca yerden yere vurduğu küçük çocuk yok artık karşısında.
Annemin sıcak çorbayı tabağa doldurmasını seyretmeye başladım. Ellerinden birşey yemeyeli uzun zaman olmuştu, tabak tutuşunu bile özlemiştim.
Sofrada bir sessizlik vardı, her zamanki gibi. Sonlarının nasıl bittiğini hep bilsem de bekliyordum olacak şeyleri.
Yemek bitene kadar düşünür genelde ne konuşacağını ama bu sefer beklemediğim bir atak ile lafa girişti.
"Diplomanı ne zaman alacaksın?"
Şu zaman alacağım demek isterdim ama ders düzenim bozuldu ve diploma alamama ihtimalim vardı. Asıl savaş şimdi başlayacak sanırım. "Alamayacağım." dedim sıcak çorbayı ağzıma iterek. Elindeki kaşığı masaya vurup yakama sarıldı. Bu kadar erken davranmasını beklemiyordum."Hem evden kaçıyorsun hem de okumuyormusun? İtlik yapmak için mi gittin?!"
Üzerime çullanmasına izin vermeden ayağa kalktım, beni ittikçe itiyor, daha da sıkıyordu gömleğimin yakasını. Annem ellerini ağzına koymuş dolu gözlerle bizi seyrederken abim hala sofrada oturuyordu."Hayatımı etkilediğini biliyorsun, derslerimin normal olmasını mı bekliyordun gerçekten?" Ağzımdan çıkan kelimeler canımı da yaksa artık susmayacaktım. Onu hayatımdan çıkaralı uzun zaman olmuştu. Çocukluğumu zindan eden, çocuk gibi yaşamama engel olan adamdan kurtulalı 4 sene olmuştu. Sığındığım devlet olmasa belki de çoktan canımı katletmişti.
Çocukluğumu yaşamama, hedeflerini gerçekleştirmeme izin vermemiş ve çok büyük yaralar bırakmıştı bana. Bahsettiğim şey uyguladığı şiddet kesinlikle değil. Baba sevgisi görmeden büyümek en büyük yaraydı benim için. Vurduğu yerler bana kullandığı kelimeler kadar acıtmıyordu. Söylediği her cümlenin içinde benim varlığımı sorguluyor, sevmediğini, duygusuzluğunu ortaya koyuyordu. En büyük yara budur.
İsterdim ki her erkek çocuğu gibi babasıyla futbol oynayıp erkek erkeğe vakit geçirmek. Ama aksine beni istediği kalıba sokmak istedi, sıktı. Ama benim özgür olmak isteyen ruhum o kalıba sığmadı. Ben de kendi yolumu çizdim.
Bu olayın da iki tarafı var elbet ki. Baba sevgisi görmeden büyümüş biri olarak sevgi gösteremiyor diye düşünsem de; bazı şeylerden kendine pay çıkarmamış olması ondan daha da nefret etmemi sağlıyor.
Elleri yakamdan boğazıma çıkıp parmakları boynuma dolanırken düşüncelerimin boşluğuna düştüm. Güçlü parmakları ile nefes boruma bastırdıkça nefesim kesilmeye başladı. Nefesim daralıyorken bir yandan da bilincimi kaybetmeye başlamıştım. Elleri birden boğazımdan çekilince ne olduğunu anlamadım ve tek duyduğum camların kırılma sesiydi.
Annem;oda süsünü babamın kafasında parçalamış, abim ise sonuna ayağa kalkıp olaya el atmıştı. Elini babamın ensesine koyduğunda parmağında gördüğüm kan canının yandığını anlatıyordu bana. İçimdeki nefret "ödeşiyormuyuz?" diyerek kahkaha atarken karnıma yediğim tekme kan kusmama neden oldu. Attığı tekme ile daha da nefesim kesilmiş, haraket edemeyecek hale gelmiştim. Kollarımı kendimde birleştirip yerde kıvranırken iğrenç sesi odayı doldurmaya başlamıştı. Başıma ağrı giriyor ve beyin damarlarım sızlıyor, kafamın içinde bir deprem oluyormuş gibi hissediyordum.
Dalga dalga gören gözlerim annemin üzerine gittiğini az çok gösterirken önüne düştüğüm komidinin sivri köşesinden güç alıp kalkmaya çalıştım ama, nafile.
Annemi omzundan itmesi sendelemesine neden olmuştu. Abim babamın bileğinden tutup yapma dercesine gözlerinin içine baktı. Savurduğu bileği çarptığı sürahiyi düşürdü ve kırılmasına neden oldu.
Gücümü toparlayıp zar zor ayağa kalkmıştım, karnımın acısı dinmişti. Ağzımda kalan, pıhtılaşma dönen kanı zemine tükürüp ilerlemeye çalıştım. Anneme doğru yaklaşıyor ve deli olmama neden olan kelimeler kullanıyordu.
"Senin gibi biri de anca piç doğururdu zaten."
Tek bildiği kötü kelimeler savurmaktı ve ben sadece bu adama karşı empati kuramıyorum.
Omzunu kendime çevirmeye çalışsam da çok işe yaramadı ama amacımı sezince arkasını döndü. Derin nefes verip alırşımı seyretti bir süre." Hala tutunmaya mı çalışıyorsun?" dedi dalga geçer şekilde.
Yumruğumu yüzüne savurdum ancak; pek etkisi olmamıştı. Ayakta duracak halim yokken attığım boş yumruk geri geri sendelememe neden oldu.
Yeni yumruğunu yüzüme, elmacık kemiğime yolladı. Yere düşmeme izin vermeyerek yakamdan tutup ayakta kalmamı sağladı. Yakamdan tutup sürüklemeye başladı. Ellerini yakamdan çekmesi için çırpınsam da bu sırada beni kapının dışına fırlatmıştı bile.
Soğuk zeminle buluşan bedenim sadece soğuğu hissediyordu. Gözümü açamıyordum ve kirpiklerimeki ıslaklık etrafı kırmızıya bürümeye başlamıştı.
Yavaşça eğrilik pis elleri ile saçlarımı okşamaya başladı.
"Bir daha gel oğlum, özletme kendini."
Pis dudaklarını saçıma kondurdu. Nefretim daha da kabarmıştı. Böyle bir öpücük istememiştim. Gözlerimi kısarak döktüğüm damlalar zeminle buluştu.
Sinsi gülüşünün ardından gözlerini devirip kapıyı sertçe kapadı.
Sokakta, çocukluğumu cehennem eden evin önündeydim. Yerde yaralarım ile debeleniyorda olsam gıkım çıkmıyordu. Yaradan kastım bedenimdeki acı değil, onlar hiçbir zaman acımadı.
Ben, babamın bana vurmak yerine sarılmasını isterdim.
Şuan bana yardım edemeyecek bir durumda olan annem vardı ama babam yaralarımı fark ettiğim zamandan beri yok benim için.
Sıkıcı mı gidiyor bilmiyorum ama öyle seziyorum.
Her şeye rağmen yaşayan Jeon Jungkook gibi olun. Diğer bölümde buluşmak üzere :')