“Sun Hee! Yeter, kendine zarar veriyorsun.”
“Karışma bana Ha Ni.”
Önüme yığdığım binlerce abur cuburu ağzıma tıkmakla meşguldüm şuan. İşe alınmamıştım, 3 yıldır peşinde koşturduğum işi bir ahmak yüzünden kaçırmıştım. Ben değil de kim zarar verseydi kendine ha? Ağlamak istemiyordum. Bundan daha büyük sorunlarımda bile ağlamazken bunda hiç ağlamazdım. Sadece unutmak için kafamı yemeğe vermek istiyordum. Fakat olmuyordu işte.
“Bebeğim seni anlıyorum. Üzgünsün ama kendine zarar veriyorsun sadece. Lütfen, yeme artık şunları. Kim Sun Hee, ver şunları!”
Ha Ni’nin yumuşak sesi git gide sertleşirken yerimde titredim.
“Bağırma bana Ha Ni! Hepsi o salak yüzünden oldu. Onu gördüğüm yerde geberteceğim. Ufacık bir işe alınma ihtimalim vardı, o beyinsiz yüzünden kaydı gitti ellerimden.”
Evet, gebertecektim. O yüzünü paramparça edecek... Bir saniye. Ah, yüzünü göremedim ki.
“Maskesi vardı. Göremedim, göremedim. Lanet olsun!”
Koltukta debelenirken Ha Ni’nin tuhaf bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
“Sen iyice sıyırdın. Neyi görmedin? Beyninin koşarak uzaklaştığını mı?”
Laf mı sokmuştu o? Hem de bana?
“Ölmek mi istiyorsun seni sürtük? Bana laf sokmaya çalışma. Sinirliyim, arı gibi uçar arı gibi sokarım.”
Sert çıkan sesime tepkisi sadece suratını buruşturmak olmuştu. Koltuğun üstündeki onca pislikten kurtulmak isteyerek kendimi yüzüstü yere attım.
“Ben tam bir aptalım. Hadi beni öldür.”
Yüzümü Ha Ni’ye çevirerek konuşmama karşılık, gülmekle yetinmişti.
“Salaksın malaksın ama yine de seni seviyorum, Kim Sun Hee.”
Söylediğiyle muzipçe gülümsedim.
“Ah, keşke Bighit şu an beni arasa ve aradığımız eleman sizsiniz yarın görüşmeye gelin dese. Ne olurdu böyle dese ha ne olurdu!”
Salak salak bağırmak beni rahatlatıyordu galiba. Evet, kesinlikle rahatlatıyordu.
“Bu söylediğine kendin inanıyor musun gerçekten? Unut gitsin, yarın başka görüşmeler denersin.”
“Evet, haklısın. Zaten bütün şirketler kapımın önünde sıra olmuş, kendilerini seçmemi bekliyorlardı.”
Söylediği şeyin saçmalık derecesini fark ederek omuz silkti. Cidden bugün katil olmam için büyük çaba sarf ediyordu herkes. Ortamın sessizliğini telefonumun zil sesi bozdu. Kimdi bu akşam akşam arayan şimdi? Elimi koltuğun üstüne uzatarak telefonumu yokladım. Oralarda bir yerlerdeydi, neden elime gelmiyordu? Hah, buldum. Arayanın kim olduğunu görmemle, yerimden tazı gibi sıçramam bir olmuştu. Ha Ni’nin korkulu bakışları beni bulurken evde çığlık çığlığa koşturuyordum.
“Bighit arıyor! Bighit arıyor! Ne yapmalıyım?! Ha? Ha? Cevap ver Ha Ni ne yapayım? Sanırım öleceğim.”
“Telefonu aç aptal. Kapanacak şimdi.”
Söylediği şey ne kadar da doğruydu. Heyecanımla beynim müsait olmayan bir yerime kaçmıştı sanırım. Tamam, hadi yapalım şu işi. Ekrandaki yeşil düğmeyi yukarı çekerek aramaya cevap verdim.
“A..Alo?”
“Kim Sun Hee ile mi görüşüyorum acaba?”
“E..Evet, benim bu..buyrun?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PJM / Park Jimin
Fiksi Penggemar"Benimle yanmaya hazır mısın, Sun Hee?" "Seninle kül olmaya hazırım, Park Jimin."