kültürsüzlüğünün sınırsız derinliğini keşfetmiş olmakla
övünemiyor."
Arkadaşım gerçekten haklı çıktı. Yolculuğun ilk günlerinde,
kaba bir sırnaşıklık yapmadan Czentovic'e yanaşmanın tümüyle
olanaksız olduğu ortaya çıktı, sırnaşık davranmak da benim
tarzım değildi. Gerçi bazen gezinti güvertesinde dolaştığı olurdu,
ama hep gururla ellerini arkasında kavuştururdu, o ünlü
resmindeki Napoleon gibi; ayrıca güverte turunu her zaman öyle
aceleyle ve paldır küldür tamamlardı ki, onunla konuşabilmek
için peşinden koşturmak gerekirdi. Öte yandan yolcu
salonlarında, barda, sigara salonunda hiç boy göstermezdi;
kamarottan edindiğim güvenilir bilgiye göre, günün büyük
bölümünü kamarasında geçirip dev gibi bir satranç tahtasında
alıştırma yapıyor ya da çeşitli hamlelerin üzerinden geçiyormuş.
Üç gün sonra gerçekten kızmaya başladım, onun savunma
yöntemi benim ona yaklaşma isteğimden daha etkiliydi.
Yaşamım boyunca bir satranç ustasıyla tanışma fırsatım hiç
olmamıştı ve şimdi böyle bir insanı gözümde canlandırmak için
ne kadar çok uğraşırsam, bütün bir yaşam boyu yalnızca altmış
dört siyahbeyaz karenin çevresinde dönen bir beyin eylemi bana
o kadar akıl almaz geliyordu. Gerçi kendi deneyimlerimden
'kralların oyunu'nun gizemli çekiciliğini biliyordum; insanoğlunun
düşünüp bulduğu oyunlar arasında, rastlantının her türlü
despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca akla ya
da daha çok tinsel yeteneğin belirli bir biçimine veren tek oyun.Ama satranca oyun demekle, haksız bir kısıtlama yapmış
olmuyor mu insan? Satranç aynı zamanda bir bilim, bir sanat
değil mi, yerle gök arasında süzülen Muhammed'in tabutu gibi
bu iki kategori arasında gidip gelmiyor mu, bütün karşıt çiftlerin
bir kerelik bileşimi değil mi? Hem çok eski hem de yepyeni,
düzeneği hem mekanik hem de düş gücüne bağlı, hem sabit
geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşimleri sınırsız, hem
sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları
olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte
varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu sugötürmez; bütün halklara ve bütün zamanlara ait olan tek oyun;
can sıkıntısını öldürmesi, zihni açması, ruhu canlandırması için
hangi tanrının onu yeryüzüne gönderdiğini kimse bilmez.
Başlangıcı ve sonu nerededir? Her çocuk onun temel
kurallarını öğrenebilir, her acemi onda şansını dener, ama yine
de bu değişmez dar karenin içinde özel ustalar yaratır satranç,
öteki insanların hiçbiriyle karşılaştırılamaz bunlar, yalnızcasatranca yönelik bir yeteneği olan insanlar; görüş, sabır ve
tekniğin tıpkı matematikçiler, şairler ve müzisyenlerdeki gibi
belirli bir oranda, ama farklı katman ve bağlamlarda etkin olduğu
özgül dâhiler. Fizyonomiye duyulan tutkunun ilk zamanlarında
Gali gibi biri, böyle satranç ustalarının beyinlerini yararak bu
satranç dehalarının beyninde, bu insanın yeni bir gri kütlesi
içinde Franz Josef Gali: Alman doktor, ünlü sinir sistemi
anatomicisi. Her zihinsel etkinliği beynin belli bir bölgesinebağlayan ve insan yetilerinin durumunun kafatasının biçiminden
belli olduğunu savunan frenolojiyi kurmasıyla ünlüdür.
Özel bir kıvrım olup olmadığını, başka beyinlerdekine oranla
daha gelişmiş bir satranç kası ya da satranç yumrusu bulunup
bulunmadığını araştırmıştır belki de.
Bu özgül dehanın, elli kiloluk içi boş bir kayanın içindeki tek bir
altın filizi gibi, kesin bir akıl tembelliğinin içine sızmışa benzediği
bir Czentovic örneği, böyle bir fizyonomiciye nasıl da çekici
gelirdi! Böyle olağanüstü, dâhice bir oyunun ister istemez
göreceli ustalar yaratacağı gerçeğini uzun zaman önce
anlamıştım; ama dünyayı yalnızca siyah ile beyaz arasındaki dar
yola indirgeyen, otuz iki taşı bir oraya bir buraya, bir ileri bir geri
![](https://img.wattpad.com/cover/137714395-288-k896780.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SATRANÇ
РазноеRastlantı sonucu eline geçidiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenerek bu oyunu bir tutkuya dönüştüren ve giderek bu tutkusu yüzünden beyin hummasına yakalanan Dr. B.'nin öyküsüdür Yazar STEFAN ZWEİG