dört-beş hamleyi önceden hesaplamam gerekiyordu, yani
oyunun gelişimi içinde ortaya çıkan sonuçları adeta iki beyinle
önceden belirlemeliydim, beyazın beyni ve siyahın beyniyle.
Ama yaptığım çılgın deneyin en tehlikeli yanı böyle ikiye
bölünmem değil, oyunları tek tek düşünüp bulurken bir anda
yerin ayaklarımın altından kayması ve boşluğa yuvarlanmamdı.
Geçen haftalarda yaptığım gibi usta oyunlarını yeniden
oynamam, sonuçta tekrarlanan bir iş olmuştu, varolan bir
maddenin yeniden üretilmesiydi ve şiir ezberlemekten ya da
yasaları aklımda tutmaktan daha güç değildi; sınırlı, disiplinli bir
eylemdi, bu nedenle de kusursuz bir tinsel alıştırmaydı. Sabah
ve öğleden sonraları çalıştığım ikişer oyunum, heyecan
duymadan yerine getirdiğim belli bir ödevdi; benim için normal
bir uğraşın yerini tutuyordu, üstelik bir oyun sırasında yanılırsam
ya da nasıl devam edeceğimi bilemezsem, her zaman kitaba
başvurabilirdim. Bu eylemin bozuk sinirlerime iyi gelmesinin ve
beni yatıştırmasının nedeni, yabancı oyunları yeniden
oynamanın beni oyunun içine sokmamasıydı; siyah ya da
beyazın yenmesi benim için fark etmiyordu, şampiyonluk kupası
için kapışanlar Aljechin ya da Bogoljubow'du ve benim kendi
benliğim, aklım, ruhum izleyici, uzman olarak her oyunun
özellikleri ve güzelliklerinin keyfini çıkarıyordu. Ama kendime
karşı oynamaya kalkıştığım andan itibaren, bilinçsizce meydan
okumaya başlıyordum.
Siyah ve beyazdan oluşan her iki ben de yarışa girişmeden
edemiyordu ve her ikisi de yenmek, kazanmak için kendine göre
bir hırsa, bir sabırsızlığa kapılıyordu; siyah olan ben, beyaz olan
ben'in yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu. Bir tanesi bir
yanlış yapınca, öteki ben sevinçten havalara uçuyor ve aynı
anda da kendi beceriksizliğine kızıyordu.
Bütün bunlar mantıksız görünüyor ve gerçekte normal bir
insanda normal koşullar altında böyle yapay bir şizofreni,
tehlikeli boyutta bir uyarılmadan kaynaklanan böyle bir bilinç bölünmesi olması düşünülemez. Ama her türlü normallikten
zorla kopartılmış olduğumu unutmayın; suçsuz olmasına karşın
hapsedilmiş, aylardır tek başına bırakılarak kurnazca işkence
yapılmış bir tutukluydum ben, birikmiş öfkesini uzun zamandan
beri herhangi bir şeye boşaltmak isteyen bir insandım. Ve
kendime karşı oynadığım bu mantıksız oyundan başka bir şeyim
olmadığı için, öfkem, intikam hevesim fanatik bir biçimde bu
oyuna yöneldi, içimdeki bir şey haklı çıkmak istiyordu ve
savaşabildiğim tek şey içimdeki bu öteki ben'di; böylece oyun
sırasında neredeyse delice bir heyecana kapılmaya başladım.
Başlangıçta sakin ve düşünüp taşınarak oynamıştım, kendimi
fazla zorlamamak için bir oyundan ötekine geçerken ara
vermiştim; ama gerilmiş sinirlerim yüzünden yavaş yavaş sabrım
tükendi. Beyaz ben bir hamle yapar yapmaz, siyah ben hırsla
saldırıyordu; bir oyun biter bitmez, hemen ötekine
koyuluyordum, çünkü her seferinde iki ben'den biri ötekine
yeniliyor ve rövanş istiyordu.O aylar boyunca hücremde bu
çılgınca enerjiyle kendime karşı kaç tane oyun oynadığımı
yaklaşık olarak bile söyleyemem; belki bin tane, belki de daha
fazla.
Kendimi kurtaramadığım bir düşkünlüktü bu; gece gündüz fil,
piyade, kale ve şahtan, a, b ve c'den, mat ve çifte hamleden
başka bir şey düşünmüyordum, bütün benliğim ve duygularımla
o kareli alana çakılıp kaldım. Oyun sevinci oyun hevesine
dönüşmüştü, oyun hevesi oyun dürtüsüne, çılgınlığa, yalnızca
uyanık olduğum saatleri ele geçirmekle kalmayıp yavaş yavaş
uykuma da sızan tutkulu bir öfkeye. Tek düşünebildiğim
satrançtı, satranç hareketleri, satranç problemleriydi; bazen
alnımda ter damlacıklarıyla uyanıp uykuda bile bilinçsizce
oynamayı sürdürdüğümü ayrımsıyordum ve düşümde insanlar
görürsem, yalnızca filin, kalenin hareketlerini, atın ileri geri
atlamasını gerçekleştirirken görüyordum onları. Sorgulamaya
çağrıldığımda bile, ifadem üzerinde kafamı toplayamıyordum;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SATRANÇ
RandomRastlantı sonucu eline geçidiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenerek bu oyunu bir tutkuya dönüştüren ve giderek bu tutkusu yüzünden beyin hummasına yakalanan Dr. B.'nin öyküsüdür Yazar STEFAN ZWEİG