Ve o perşembe günü, 27 Temmuzda, beni her zamankinden
çok beklettiler, tam iki saat dış odada ayakta bekledim; bu tarihi
bu kadar kesin anımsamamın özel bir nedeni var: İki saat
boyunca ayaklarıma kara suların indiği - oturmama izin yoktu
elbette - o dış odada bir takvim asılıydı; basılmış, yazılı bir
şeylere duyduğum açlıkla duvardaki bu tek bir sayıya, 27
Temmuz'a nasıl da bakıp durduğumu size anlatamam; hemen
beynimin içine kazıdım onu. Sonra yine bekledim, bekledim ve
ne zaman açılacağını merak ederek kapıya diktim gözümü, bir
yandan da sorgulama komitesinin bana bu kez ne sorabileceğini
düşündüm, tümüyle hazırlıksız olduğum bir şey soracaklarını
biliyordum. Ama her şeye karşın bu ayakta beklemenin çektirdiği
işkence aynı zamanda benim için bir iyilikti, bir zevkti, çünkü bu
oda hiç olmazsa benimkinden başka bir odaydı, biraz daha
büyüktü ve bir yerine iki penceresi vardı; ve yatak yoktu, leğen
yoktu, pencerenin ' pervazındaki, milyonlarca kez baktığım o
bildik çatlak yoktu. Kapının rengi başkaydı, duvarın önünde
başka bir sandalye duruyordu ve solda bir dosya dolabıyla bir
giysi dolabı vardı, bu ikincinin içindeki askılarda üç-dört ıslak
asker paltosu, bana işkence yapanların paltoları asılıydı. Yani
bakacak yeni, başka bir şeyim ol muştu en sonunda ve açlıktan
çılgına dönmüş gözlerim her ayrıntıya hırsla saldırıyordu. Bu
paltolardaki her kıvrımı gözledim, örneğin ıs lak yakaların
birinden sarkan bir damlayı ayrımsadım ve bu size çok gülünç
gelebilir ama, çılgınca bir heyecanla bu damlanın ne yapacağını
bekledim, en sonunda kıvrım boyunca aşağı mı süzülecekti,
yoksa yer çekimine biraz daha direnip olduğu yerde mi
kalacaktı; evet, sanki; yaşamım buna bağlıymış gibi, dakikalarca
soluk almadan bu damlayı izledim. Damla aşağı yuvarlandıktan
sonra, paltolardaki düğmeleri tekrar saydım, bir tanesinde sekiz,
ötekinde de sekiz, üçüncüde on tane vardı, sonra tekrar
manşetleri karşılaştırdım; bütün bu gülünç, önemsiz ayrıntılar aç
gözlerimi öyle bir hırsla avucuna aldı ve kendinden geçirdi ki,
anlatamam. Ve birden bakışlarım bir şeye takılıp kaldı. Paltolardan birinin yan cebinin biraz şişmiş olduğunu
ayrımsadım. Yaklaştım ve kabarıklığın dikdörtgen biçiminden,
bu biraz şişmiş cebin içinde ne olduğunu anladım: Bir kitap!
Dizlerim titremeye başladı: BİR KİTAP! Dört aydır elime kitap
almamıştım ve içinde insanın art arda sıralanmış sözcükler,
satırlar, sayfalar ve yapraklar görebileceği, başka, yeni, şaşırtıcı
düşünceleri okuyabileceği, tanıyabileceği, beynine alabileceği bir
kitabın hayali bile insanı hem coşturuyor hem de uyuşturuyordu.Gözlerim bu kitabın cepte oluşturduğu kabarıklığa hiç
kıpırdamadan bakıyordu, sanki paltonun orasını yakıp bir delik
açmak istercesine ışıldıyorlardı o içi görünmeyen yere doğru.
Kendimi daha fazla tutamadım; elimde olmadan yaklaştım. En
azından kumaşın üzerinden ellerimle bir kitaba dokunabilmek
düşüncesi bile, parmaklarımdaki sinirleri tırnaklarıma kadar
uyuşturdu. Neredeyse farkında olmadan giderek yaklaşıyordum.
Neyse ki gardiyan bu tuhaf davranışımı ayrımsamadı; iki saat
dimdik ayakta duran bir insanın biraz duvara dayanmak istemesi
ona doğal göründü belki de. En sonunda paltoya iyice
yaklaşmıştım ve fark ettirmeden ona dokunabilmek için ellerimi
bilerek arkama saklamıştım. Kumaşa dokundum ve gerçekten
de kumaşın arkasında dikdörtgen bir şey, bükülebilen ve hafifçe
hışırdayan bir şey hissettim; bir kitap! Bir kitap! Ve ansızın
çılgınca bir düşünceye kapıldım: Kitabı çal!
Belki becerirsin bunu, onu hücrene gizleyebilir ve sonra
okuyabilirsin, okuyabilirsin, en sonunda yeniden bir şey
okuyabilirsin! Bu düşünce aklıma gelir gelmez, güçlü bir zehir
etkisi yaptı; bir anda kulaklarım uğuldamaya ve kalbim küt küt
atmaya başladı, ellerim buz kesti, titremelerini engelle
yemiyordum. Ama ilk sersemliği atlattıktan sonra, sessiz ve
sinsice, gözlerimi gardiyandan ayırmadan daha da yaklaştım
paltoya, arkama gizlediğim ellerimle kitabı ite ite cepten yukarı
çıkarmaya başladım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SATRANÇ
AléatoireRastlantı sonucu eline geçidiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenerek bu oyunu bir tutkuya dönüştüren ve giderek bu tutkusu yüzünden beyin hummasına yakalanan Dr. B.'nin öyküsüdür Yazar STEFAN ZWEİG