Aradan onca zaman geçmiş, imparator savaştan zaferle geri dönmüş, tahtına geri oturmuştu. Kulağına bir şeyler çalındıysa da inanmadı kimselere, yapmazdı onun ilk göz ağrısı, eğmezdi babasının başını yere. Yine de sesleri kesmek için oğlunu huzuruna çağırdı.
"İmparatorum beni emretmişsiniz."
İmparator D.O. odadakilerin dışarı çıkıp prens ile kendini baş başa bırakmasını emretmişti.
Babasının sert tavrından gerilen Kyungsoo çekinerek babasına yaklaştı. Etrafında kimsenin olmamasının cesaretiyle kısık sesle konuştu.
"Neyiniz var baba?"
Ellili yaşlarının ortasındaki baba yorgun gözlerini oğluna çevirdi, az da olsa hayal kırıklığı vardı bu bakışlarda, yine de dili varmadı duyduklarını söylemeye.
"Oğlum artık yaşım geçiyor, ölüm ne zaman gelir bilinmez, torun sevmek istiyorum."
Duyduklarıyla afallayan Kyungsoo iki adım gerileyerek konuştu. "Ba-bağışlayın imparatorum?"
"Duydun beni, yakında tahta geçeceksin, senden sonrasına koskoca imparatorluk bırakacaksın, bunun için en azından bir oğula ihtiyacın var. Kısa zamanda civar imparatorlukların prenseslerinden biriyle izdivacını eylememiz icap eder."
Kyungsoo ellerini önünde birleştirerek bakışlarını ellerine indirerek mırıldandı.
"İmparator nasıl buyuruyorsa."
Selamını vererek oradan çıktı, hızla odasına gitti ve kapısını çarparak kapattı.
Bir yandan gözyaşlarına söz geçirmeye çalışırken bir yandan da odasında kırılmadık, dağıtılmadık en ufak bir yer bile bırakmıyordu.
Gözyaşları sel olup da yol bulduklarında kırdıklarının arasına çöküverdi, ellerine, dizlerine batanları önemsemeden.
İstemiyordu gözleri bir çift ela gözden başka göze bakmayı, istemiyordu güneşin öptüğü tenden başkasında kaybolmayı, hem yapamazdı ki yüreği onun ürkek yüreğini canına katmadan...
Kalktı yerinden. Aldırmadı ellerinden akıp kendine yol bulanlara, yüreği kan ağlıyordu zaten, varsın elleri de kanasındı, öldürmezdi ya...
Bir hışım çıktı odasından, diğerinin kapısında aldı soluğu, kapıdaki muhafızları uyardı. "Baş muhafızla beni yalnız bırakın bu akşam, çekilebilirsiniz. "
Prensin emriyle, muhafızlar selamlarını vererek derhal oradan uzaklaştı. Kapıyı tıklamadan içeri girdiğinde diğerini yatmaya hazırlanırken buldu. Kendisine şaşkınca bakan adama üç büyük adımda ulaştı ve kanayan ellerini yanaklarına koyarak alınlarını yaslayıp burunlarını birbirine sürttü. Bir saniye bile düşünmeden dudaklarını hayallerini çalan, uykularını bozan dudaklara bastırdı.
Bir anda gelişen olaylarla ne yapması gerektiğini bilemeyen Jongin diğerinin karşılık bulamayacağını sanarak çekilmesine kadar put gibi durarak gözlerini açabileceği kadar açtı.
Dudaklarından ayrılmasına müsade etmeden belinden yakalayarak kendine bastırdı ve başını eğerek sımsıkı sarıldı rüyalarını süsleyen güzelliklere...
Öyle güzeldi ki bunu tarif etmek için bildiği bir kelime yoktu Jongin'in. Dudaklarının arasında eriyen dudaklar, kendisininkine sürtündükçe mest oluyordu, Kyungsoo'nun nefes almak için araladığı ağzından dilini hoyratça kaydırdığında diğeri bundan hoşlandığını belli edercesine yanaklarındaki ellerinden birini boynuna diğerini ensesine kaydırarak daha rahat bir açı sağladı. Dudaklar ve dillerin efsanevi dansında tekleyen nefesler diğerinden bir soluk çalarak can buldu, ikisi de geri çekilmek istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Emperor, My Universe
Fanfiction"kişi seni severse soyunur aya karşı sever ölüşüne dek" -Fazıl Hüsnü Dağlarca