9

4.1K 340 616
                                    

❤️❤️❤️

" Ben öyle birini sevdim ki
Bir nevi intihardı
Yara bere içindeydi
Hala cesarete tapardı

Öfkeli hırçın kavgacı
Isırgan ve edepsiz ağzı
Geceler kadar karanlık
Gözleri vardı

Öyle uzak iki tutsak
Sevişirken ağlardık
Uçtan uca suçtan suça
Seve seve yuvarlandık "

Sezen Aksu

❤️❤️❤️

Koştu.

Ağlayarak, var gücüyle aksi yönüne ilerlediği sert rüzgarın yüzlerce iğne gibi tenine batıp canını acıtmasını umursamadan...

Kederden kavrulurken ruhu, daha fazla ne acıtabilirdi onu?

Efora alışık olmayan çelimsiz bacaklarının aşırı ve ani yüklenme sonucu ağrımaya başlamasına da yağmurla karışık toprak kokulu temiz köy havasının ciğerlerini yakarak soluğunu kesmesine de aldırış etmeden koştu. Akşamın serini çökmek üzereydi kerpiç damlı evlerle dolu boş sokağa.

Yapabileceği tek şeyi yaparak yürek yangınlarından kaçtı serin hazan akşamına sığınıp. Acı veren her şeye döndü sırtını, bucağına vakıf olmadığı bir bilinmeze çevirdi yüzünü. Gökler yağsa ve belki biraz ıslansa yüreği, söner miydi kalbinde tutuşan öfke ateşi? Diner miydi ruhundaki sızısı yalnızlığının ve kederi?

Adımları hızlandıkça can acısı ağırlaşıp kalbinin orta yerine çöküverdi oğlanın. Çatlamak üzere çatırdadı yüreği, kalbini kırmıştı Jongin hem de en hassas yerinden ve şimdi çatlaklardan içeriye sızan safi azap, ruhunu kızgın cehennem ateşi gibi yakıp kavuruyordu.

Daha hızlı, daha uzağa koştu nefes nefese.

Uzaklaştığı kişi Jongin'di belki ama esas uzaklaşmak istediği kendi.

İnsan kendinden kaçabilir miydi sahi? Ruhunu saran beden denen kabuktan yahut bedenini dolduran ruhtan, ya da olduğu söylenen her şeyden...

Kimliği, kişiliği, acıları ve pişmanlıkları da dahil büründüğü tüm kalıplardan, boyandığı bütün renklerden, yapıştırılan etiketlerden azat olabilir miydi?

Gökkuşağı olamıyordu madem, bahar gibi kokamıyordu madem, o da göklerden düşen okyanuslara karışan berrak bir su tanesi gibi renksiz ve kokusuz olurdu. Ama mümkün müydü?

Bir hiç olmak hakkında düşünürken çöken omuzları ile, yokluğun içinde varlık bulmak, hiçliğe ait olmak istedi minik adam. Varlığın içinde yok olmaktansa böylesi daha hoş göründü gözüne.

Ama anlayamıyordu. O, bütün bir galaksiyi dolduracak kadar büyük hüzünleri ufacık kalbinde taşıyabiliyordu da koca kainata kıyasla hiç hükmünde küçük bir zerre olan varlığı nasıl olup da hiçbir yere sığmıyor, hiçbir yerde kabul görmüyordu? Gönül nicelerini kabul eden engin bir kucak iken neden kimsenin gönlünde ona yer yoktu?

Halbuki hiç kötü bir çocuk olmamış, kimseye zarar vermemişti şimdiye dek. Kötü olmadığı gibi kötümser de olmamıştı genç, yaşadığı en kötü olayda bile bardağı dolu görmeyi başarabilmiş, vardır bir hikmeti diyerek yüreciğini teselli ederken mantığını da buna ikna edebilmişti. Zaten bu yaşına değin ayakta kalabilmesi de bu sayede olmamış mıydı?

Peki ya şimdi?..

Bir günah işlemişti, çok büyük bir günah... Tanrının şahitlik ettiği kutsal bir kurum olan evliliği hafife aldığı, çıkarına alet ettiği yetmiyormuş gibi ona güvenip de evladıymışçasına merhametli davranan Jinmi anneyi ve diğer masum köylüleri kandırmış, insanların duygularıyla oynamıştı.

Bana Öyle Bakma! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin