Kehanet...
Gözlerimi açtığımda artık orada değildim. Nefes alabiliyordum, etrafımı saran rahatsız edici varlıklar yoktu. Artık hapis edilmemiştim. Özgürdüm. Yattığım yerden doğrulurken etrafı inceleme fırsatı yakaladım. Taştan bir evin içinde, üzerimde büyükannemin benim için diktiği elbiseyle masanın üzerinde oturur vaziyetteydim. Elbisem bana bol geldiği için belime bağladığı hasır ip eskimiş duruyordu. Onu çıkarıp kenara koydum. Artık bir işlev görmeyecek kadar eskiydi. Ellerim tahta masada gezindi, hissediyordum. Üzerinde ki hafif pürüzleri, bıçakla oyulmuş delikleri, hissediyorum. Duvarların nemden kabaran boyasını, görebiliyordum. Yüzüme küçük bir gülümseme yayıldı. Gıcırdayan tahtaların üzerinde yürüyüp yavaşça kapıya yöneldim. Yerde birikmiş kan lekesi dikkatimi çekmişti, muhtemelen benim kanımdı. Ama şimdi yaşıyordum. Dış kapının kenarlarından içeriye süzülen ışık beni oraya yönlendirdi. Güneşi, gökyüzünü görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki... Evin dışına ilk adımımı atıp gökyüzüne baktım. Bulutlarla kaplı gökyüzü bile huzur vericiydi. Yüzüme damlayan küçük yağmur tanelerini avcuma hapsettim bir daha özlemini çekmemek için. Oksijeni içime doldurdum bir daha vermemek için. Gözlerimle her yeri iyice gördüm bir daha unutmamak için.
O âlemde geçirdiğim her dakikanın bana unutturduğu bu güzellikleri benliğime kazımak istedim. Artık oraya dönmeyecek ailemle birlikte mutlu olacaktım.
"Sen de kimsin?"
Arkamdan gelen yabancı sese dönüp açmış bulunduğum kollarımı indirdim. Siyahlar içerisinde ki tuhaf görünümlü kızı cevap vermeden önce inceleme fırsatı buldum. Üzerinde bacaklarına yapışan bir kıyafet ve üzerine geçirdiği bol ve hasır kemerim kadar yıpranmış bir üst vardı. Ona büyükannesinden kalmış olmalıydı. "Henry'le ne işin var senin içerde?"
"Henry?" diyebildim sonunda. Uzunluğunu bilmediğim o süreden sonra ilk kez çığlıklarımdan başka bir şey duyuyordum kendimden. Yalvarışlarımdan, acılarımdan başka bir şey... Kızın yüzünde bulunan rahatsızlık ifadesi ürkütücü duruyordu. Topladığı siyah saçları hareketleriyle salınırken yanıma yaklaşıp kollarımı tutmaya kalktığında bir adım geri çekildim. O bunu umursamazken olduğu yerde durup sert ifadesiyle bana baktı. "Ah! Boş versene gidip kendim bakacağım." Gözlerini devirip arkasını döndü ve taştan eve girdi. Onun içeri girmesiyle etrafta yankılanmaya başlayan sesle peşinden içeri girdim. O seste neydi öyle?
"Aradığın kişi her kimse o burada değil."
"O gözlerimin önünde içeriye girdi. Kimi kandırıyorsun sen?" konuşurken yüzüme bakma gereği duymuyordu. Hızla her odaya bakarken aradığı kişiyi bulamadığı her dakika biraz daha sinirleniyor alnında damarları biraz daha belirginleşiyordu. Olduğum yere sabitlenmiş halde onun durup sormak istediğim birkaç soruyu cevaplamasını umdum. Ama eğer Henry'yi bulamazsa sorularımı cevaplamaktan çok daha fazlasını yapacağını anlamak zor değildi. Dışarıda gittikçe yoğunlaşan sesler huzursuz edici olmuştu. Kahkahalar, bağrışmalar hepsi birbirine karışıyordu.
"Dışarıdakileri tanıyor musun?" sonunda durması gerektiğini kavrayıp karşıma geçtiğinde sinirli olduğu belli olsa da bunu gizlemeye çalışıyordu.
"Bu okuldan değil misin?" dedi beni baştan aşağı süzerken. Bulunduğumuz yeri gözden geçirip tekrar ona baktım.
"Burası okul mu?"
"Ciddi misin sen? Eski bekçi kulübesindeyiz şu an." Yüzüne yayılan alaycı gülüşü bir süre sonra yüzünden sildi. "Tamam, anlaşılan sen bu okuldan değilsin. Üzerindekilerden tahmin edebildiğim tiyatroyla ilgilendiğin." Parmağıyla üzerimi gösterdi. Çatılan kaşlarıyla yüz ifadesi tekrar ciddileşirken öne bir adım attı.
Bana yaklaşmaktan ne zaman vazgeçecek bu?
Bir adım geri çekildim. "Bana oyun oynamıyorsunuz değil mi?" dedi, geri çekilirken etrafında döndü. "Henry! Bu komik değil. Çık saklandığın yerden ve beni bu tuhaf kızla tanıştır." Tuhaf? Burada tuhaf olanın ben olduğuma emin miydi bu? Etraftan bir ses duymayı bekledi bir süre. Odalara bakmadan dışarı çıkmış olsam da burada birinin olmadığından emindim. Yoksa benim ölü bedenimi es geçip başka bir odaya geçmezlerdi.
"Demek buradasın her yerde seni arıyorum." Bakışlarım siyahlar içerisinde ki kıza döndüğünde onun da arkamda ki bir nokraya baktığını gördüm. Arkamı döndüm ve sarı saçlı üzerinde kısacık bir etekle bacakları ortada kalan kıza baktım. Direk bana bakıyordu.
"Sen bu kızı tanıyor musun?"
"Her yerde seni aradığımı düşünmüyordun herhalde?" önünde durduğu kapıdan içeri bir adım attığında artık burada üç kişiydik. Siyahlı kız bakışlarıyla küçümser bir şekilde beni işaret etti. "Bu kızı tanıyorsun yani?"
"Evet." Deyip yanıma yaklaştı, sarı saçlı kız. "O benim arkadaşım." Siyah saçlı kızın şüpheci bakışları üzerimizde gezinirken arkadaşım olduğunu iddia eden kız koluma girdi. Bir an benimle temasını kesmesini istesem de bu isteğimi bastırıp tepkisiz kaldım. Bedenine bir şey yapmadılar. Ne olduysa ruhuna, oldu. Kendimi bu duruma alıştırana kadar sakinleşmemin tek yolu bu olacak gibi duruyordu. Kendime bir süredir ölmüş olduğumu hatırlatmak bedenimde ki rahatsızlık hissini yok etmişti. Yaralarımın ruhumda olması dokunuşların canımı yakmasını engelliyordu.
"O zaman arkadaşına Henry'nin nerede olduğunu sorar mısın? Söylememekte çok ısrarcı."
"Henry burada değil Kira." Siyah saçlı kızın adı Kira'ydı.
"İçeriye girdiğini kendi gözlerimle gördüm. Bana kapıda beklememi söyledi." Ses tonunu biraz yükseltmiş bizi Henry'nin burada olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.
"Ben Henry'nin içeri girmedi demiyorum ki. Arka taraftan çıkıp okuldan uzaklaştığını gördüm."
Kira bizi yalnız bırakıp odalardan birine girdi. Henry'nin çıktığı yeri odaları gezerken görmüş olmalıydı. O yanımızdan ayrıldığında bende yanımda ki tanımadığım kıza döndüm.
"Beni gerçekten tanıyor musun?" yüzüme rahatlıkla görebileceği bir konuma geldiğinde yüzüme biraz baktı. "Evet."
"Nasıl?"
"Dünya'ya döneceğini biliyordum Sara. Ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordum." Derken ifadesizdi.
"Ben bir şey yapmadım." Bedenimi saran tedirginliğimin sesime de yansıdığını hissettim. "Gözlerimi açana kadar mümkün olduğunu bilmiyordum."
"Gözlerinin rengi ne?"
"Ne?" Gözlerini belerttiğinde saçma sorusuna cevap verme gereği duydum. "Kahverengi."
"Tuhaf olan bir şey daha," kollarını göğsünde birleştirirken ağırlığını bir ayağından diğerine verdi.
"Ne, bunun neresi tuhaf?"
"Kahverengi olduğunu söylediğin gözlerinin kahverengiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir renge bürünmüş olması tuhaf."
"Kahverengi değil mi... Ama nasıl? Ne renk gözlerim?"
"Yeşil."
Yeşil. Bu durum gittikçe daha tuhaf bir hal alıyordu.
Sara geldi!
Bu bölüme geldiysen bir şans vermeye karar verdin diye düşünüyorum. O zaman HOŞ GELDİN❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümün Elçisi
Fantasy(Wattys 2018 Uyumsuzlar kategorisi kazananı) Asırlar önce ölümsüzün Dünya'nın kötülere ait olacağına karar vermesiyle başlayan hazırlıklarla ilk adım atıldı. Büyük hazırlığın ilk kurbanı verildi. Masumlar öldürüldü. Yeryüzünde alınacak canlar için e...