400 Yıl Önce...
Ölümün en ücra köşesinin o pis kokusu etrafını sarmıştı. Karanlık ormanın içerisinde yeşil ayın aydınlığı üzerine vuruyordu. Sessizlik burnunu kırıştırmasına sebep olan kokuya karıştı. Buraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Birileri bütün gününü unutmasını sağlayıp, onu bu koca ormana bırakmıştı.
Yavaş adımlarla karanlığın içerisinde ilerledi. Ay ışığının aydınlattığı ağaç dalları ışığın yeryüzüne ulaşmasını engelliyordu. Ağaçların arasında ilerledikçe ormanın içinden geçen küçük akıntının sesi kulaklarına ulaşmaya başladı. Ne kadar süredir o ormanda olduğunu bilmese de boğazında oluşan ince sızı susuz kaldığını belli ediyordu. Genç adam adımlarını akıntının sesini duyduğu yöne çevirip yürümeyi sürdürdü, Ayın ışığını ondan saklayan ağaçlar rüzgârdan yardım alıp yüzünü aydınlatmasına izin vermişti.
Başını kaldırıp yüzünün aydınlatan ışığın kaynağını gördü. Garipti. Gözleri önüne serilmiş olan koca ay ilk defa yeryüzüne bu kadar yakın ve bir o kadar da yeşil görünüyordu. Işığının tuhaflığını ormanın her yanını kaplayan yeşil yaprakların bir yanıltması sansa da öyle değildi. Bu gece, Ayın kendi de ışığı kadar yeşildi. Bakışlarını o görüntüden alamıyordu fakat bir an için ona bu görüntüyü sunan ağaçlar, tekrar önünü kapatmıştı. Bir boşluk bulma ümidiyle ilerlemeye devam etti. Bakışları hâlâ ağaçların kapattığı gökyüzündeydi. O görüntüden sonra susadığını dahi unutmuş tekrar görme arzusuyla aramaya koyulmuştu. Kalbi deli gibi atıyordu. Uçsuz bucaksız bu koca ormanda yırtıcı hayvanlarla yalnızdı. Üstelik üzerinde ki ince, keten gömleği artık onu esen soğuk rüzgârdan korumaya yetmiyordu.
Beklendiği yere gözleri gökyüzünü görecek küçük bir boşluk ararken yavaşça attığı adımlarla ilerliyordu. Bilinçsizce attığı adımları yıllar önce kesilen yaşlı ağacın yosunla kaplanmış gövdesine takıldı, elleri bedeninden önce nemli toprakla buluşup düşüşünü yavaşlattığında arkasına dönüp takıldığı şeyi karanlığın içerisinde görmeye çalıştı. Şu âna kadar üzerine atlayıp onu parçalamaya kalkmadığı için canlı olmadığını anlamış, rahatlayan vücuduyla birlikte tuttuğu nefesini dışarı bırakabilmişti.
"Yapma!" dedi, arkasında kalan koca karanlığın içerisinden cılız bir ses. Ormanda yalnız olduğunu sanırken onun haricinde bir başkasının da olması onu rahatlatmıştı. Fakat sonrasında duyduğu kelimeyi idrak etti. Ses bir kıza aitti, yalvarıyordu, tehlikedeydi. Tekrar toprağa yasladığı ellerinden destek alarak ayaklandı. Tehlikede olan birini öylece bırakıp gidemezdi.
Zifiri karanlığın içerisinde gözlerini gezdirdiğinde bu sefer daha dikkatli adımlar atıyordu. Düştüğü yerin yüz adım ilerisinde bir ışık gördü, karanlığın arasında ağaçların kapattığı bir ışık. Önünü kapatan ağaçların gövdesine yasladığı elinden destek alıp ağaçların gövdesinin arasında bulduğu boşluktan başını uzattı. Işığın arasında hareket eden karartılar fark ettiğinde biraz daha yaklaşma ihtiyacı duydu. Görüş açısı genişlerken önlerinde duran saçları dağılmış kız da görüş alanına dâhil oldu.
Bulundukları alan ağaçların büyük dallarından arınmış özel bir alan gibi duruyordu. Alanı aydınlatan ay ışığı olanları görmesini kolaylaştırıyordu. Fakat neler döndüğünü hâlâ çözememişti. Kimdi bu adamlar? Savunmasız bir kızdan ne istiyorlardı? Aklını karıştıran birçok soru işareti onu meşgul ederken olayı çözmeye çalışıyordu. Ta ki ışığın içerisinde parlayan karanlık adamların dördü havalanıp kızı bir çemberin içerisine alana kadar, olaylar gözünün önünde o kadar çabuk gerçekleşiyordu ki kapıldığı dehşet duygusunu atlatamadan kızın karşısında duran adam elinde ki paslı, keskin kılıcını kızın kalbinin üzerine sapladı. Kızın boğazından kopan çığlığı genç adamın kalbini parçalayıp geçmişti. Gözlerinde ki korku, çaresizlik her şeyi anlatır cinstendi. Ölümden kaçmıştı, lakin kurtulamamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümün Elçisi
Fantasy(Wattys 2018 Uyumsuzlar kategorisi kazananı) Asırlar önce ölümsüzün Dünya'nın kötülere ait olacağına karar vermesiyle başlayan hazırlıklarla ilk adım atıldı. Büyük hazırlığın ilk kurbanı verildi. Masumlar öldürüldü. Yeryüzünde alınacak canlar için e...