Bir sabah Rouault Baba, Charles'a, bacağının iyileştirilmesi ücretini kendi eli ile getirdi; gümüş yetmiş beş frank ile bir de hindi. Başına gelen felaketi duymuştu; dilinin döndüğü kadar teselliye çalıştı. Omzuna vurarak:
— Ne olduğunu bilirim! dedi; benim de başımdan geçti! Rahmetli bizim hanım öldüğü zaman bir başıma kalayım diye tarlalara giderdim; bir ağaç dibine yığılır, ağlar, Allah'ı imdadıma çağırır, ona saçma sapan şeyler söylerdim; dallara asılmış, karınlarında böcekler kaynaşan köstebeklere benzemek ister, gebersem de kurtulsam derdim. O anda başkalarının, yanlarına karıcıklarını almış, onlara sarılmış oldukları aklıma geldikçe, sopamı yere vurur dururdum; adeta deli olmuştum, yemekten kesilmiştim; inanmazsınız, kahveye gitmek aklıma gelse iğreniyordum. Ama işte günler akşam oldu, kış geçip bahar geldi, yaz gidip sonbahar oldu, parça parça, sanki çöp çöp aktı bitti; kederim de geçti gitti, daha doğrusu dibe indi; çünkü ne de olsa bir şeyler kalıyor, nasıl söyleyeyim... Sanki insanın yüreğinin üstüne bir taş oturuyor! Ama ne yapalım; hepimizin başına gelecek, kendimizi çürütecek, ölenle ölecek değiliz ya!.. Kendinizi toplayın, Mösyö Bovary; bu da geçer! Bize bir uğrasanıza! Kızım ara sıra sizin sözünüzü ediyor, artık bizi unuttu diyor. Bahar geliyor; sizinle tavşan avına çıkarız, biraz eğlenmiş olursunuz.
Charles onun öğüdünü tuttu. Bertaux'ya gitti. Orada her şeyi bir gün önceki, yani beş ay önceki gibi buldu. Armut ağaçları artık çiçek açmıştı; Rouault Baba da şimdi ayaktaydı, gidip geliyor, çiftliğe daha bir canlılık veriyordu.
Hekimin kederli olması dolayısıyla Mösyö Rouault ona elinden geldiği kadar nezaket göstermeyi kendine vazife saydığından şapkasını çıkarmamasını rica etti, bir hasta ile konuşur gibi yavaş sesle söz söyledi; hatta onun için her zamankinden daha hafif bir şey, mesela krema veya armut hoşafı yapılmamış diye kızar gibi oldu. Hikâyeler anlattı. Charles dalıp gülümsedi. Fakat karısını hatırlayıp yine kederlendi. Kahveler içildikten sonra, ölmüşlerini bir daha düşünmez oldu.
Yalnız yaşamaya alıştıkça karısı da yavaş yavaş aklından çıktı. Başına buyruk olmanın verdiği zevki, bu yeni zevki tattıkça, yalnızlığı artık eskisi gibi çekilmez bir şey saymıyordu. Şimdi yemek saatlerini değiştirmek, hiçbir sebep göstermeden eve girip çıkmak, pek yorgun olduğu zamanlar yatağına, kollarını bacaklarını uzatarak geniş geniş serilmek elindeydi. Kendine nazlı nazlı baktı ve eşin dostun teselli sözlerini dinledi. Karısının ölmesinin ona mesleğinde de faydası dokunmuştu; çünkü bir ay onun sözünü edip: "Zavallı delikanlı, ne felaket!" demişlerdi. Adı yayılmış, müşterileri artmıştı; hem artık Bertaux'ya da gönlünün istediği gibi gidiyordu. İçinde ne olduğunu kestiremediği bir ümit, belirsiz bir saadet vardı; ayna önüne geçip favorilerini tararken yüzünü daha tatlı buluyordu.
Bir gün çiftliğe üç sularında vardı; herkes tarlalara çıkmıştı; mutfağa girdi, fakat Emma'yı hemen göremedi; pencerenin tahta kanatları kapalı idi. Tahtanın yarıklarından giren güneşin taşlara çizdiği ince çizgiler eşyalara çarpıp kırılıyor, tavanda oynaşıyordu. Masanın üstünde kirli bardaklara tırmanan sinekler elma şarabı artıklarına düşüp vızıldayarak boğuluyordu. Ocaktan giren ışık, maden levhaya bulaşmış kuruma bir kadife hali, soğuk küllere bir mavilik veriyordu. Emma, pencere ile ocağın arasına oturmuş, dikiş dikiyordu; arkasına ipek atkısını almadığı için çıplak omuzları üzerinde küçük ter taneleri gözüküyordu.
Köy âdetine uygun olarak Charles'a bir şey içmesini teklif etti. Onun reddetmesi üzerine ısrar etti ve en sonunda, gülerek, kendisi ile beraber bir kadeh likör içmesini söyledi. Gidip dolaptan bir şişe Küraso ile iki küçük kadeh çıkardı, bunlardan birini doldurup ötekine bir iki damla koydu ve tokuşturup ağzına götürdü. Kadeh hemen hemen boş olduğundan, kız içmek için başını arkaya devirmişti; dudakları uzamış, boynu gerilmiş, hiçbir tat duymadığına gülüyor, ince dişleri arasından dilinin ucunu çıkarıp kadehin dibini yalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madam Bovary
General FictionMadam Bovary, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını ve iç dünyasını oldukça şeffaf bir şekilde ele alırken, dönemin kadın erkek ilişkilerine de ayna tutan bir başyapıt. Vasat bir doktorla evlendikten sonra boğucu taşra yaşamı içinde sık...