20

246 10 10
                                    

Evine döner dönmez, Rodolphe, duvarda asılı av ganimeti geyik başının altındaki yazı masasına kendini hızla attı. Fakat eline kalemi alır almaz yazacak bir şey bulamadı, iki dirseğini masaya dayayarak, düşünmeye koyuldu. Az önce verdiği karar, aralarına muazzam bir fasıla koymuşçasına, Emma, ona uzak bir mazide kalmış gibi geliyordu.

  Ondan bir şeyler yakalamak için, kadın mektuplarını saklamak âdetinde olduğu eski bir Reims bisküvileri kutusunu yatağının yanındaki dolaptan alıp getirdi. Kutudan etrafa rutubetli bir toz ve kuru gül kokusu yayıldı. İlkönce soluk lekelerle benek benek olmuş bir mendil gözüne ilişti. Bu onun mendiliydi, bir defasında gezintide burnu kanamıştı. Rodolphe, mendili unutup gitmişti. Mendilin yanında, Emma'nın verdiği bir minyatür vardı, kutunun köşelerine çarpıp duruyordu. Tuvaleti ona iddialı, göz süzüşü ise pek bayağı geldi. Bu resme baka baka ve modelinin hatırasını canlandıra canlandıra, sanki canlı yüzle resimdeki yüz birbirine sürtünerek ikisi birden silinmişler gibi, belleğinde Emma'nın yüz çizgileri azar azar karıştı. Nihayet mektuplarından birkaçını okudu, bunlar, seyahatlerine ait açıklamalarla dolu, adeta iş mektupları gibi kısa, teknik, acele yazılmış mektuplardı. Uzunlarını, eskiden gönderilmiş olanlarını gözden geçirmek istedi. Onları kutunun dibinde bulabilmek için, Rodolphe, bütün diğerlerini altüst etti ve elinde olmayarak, bu kâğıt ve hatıra yığınlarını karıştırmaya başladı; birbirine karışmış kuru çiçek demetleri, bir dizbağı, bir siyah maske, firketeler, saçlar, saçlar! Siyah, sarı saçlar buldu; bazıları kutunun demirlerine takılmıştı, kapağı açınca kırılıyordu.

  Böylece, hatıraları arasında gezinirken, mektupların imlaları kadar değişik olan yazı ve üsluplarını da tetkik ediyordu. İçlerinde âşıkane veya şakrak, şakacı, melankolik olanları vardı. Bazıları aşk, bazıları ise para istiyorlardı. Bazı kelimeleri okuyunca, yüzleri, bazı jestleri, ses tonlarını hatırlıyor, bazen de hiçbir şey hatırlamıyordu.

  Bu suretle, düşüncesine hep beraber üşüşen kadınlar, birbirlerine engel oluyor, hepsini bir boya getiren aynı aşk seviyesinde birbirlerini küçültüyorlardı. Bu birbirine karışmış mektupları avuç avuç yakalayarak sağ elinden sol eline boşaltmakla birkaç dakika gönül eğlendirdi. Nihayet, canı sıkılmış, gevşemiş, kutuyu dolaba götürürken içinden:

  — Bir sürü maskaralık, diye söylendi.

  Bu söz, kanaatini açıklıyordu; çünkü zevkler, bir okul avlusundaki çocuklar gibi, kalbinin üzerinde o kadar tepinip durmuştu ki, orada hiçbir yeşillik bitmiyor ve oradan kim geçerse, çocuklardan daha sersem, onlar gibi adını duvara kazımayı bile akıl edemiyordu.

  Kendi kendine:

  — Haydi, dedi; başlayalım artık!

  Yazdı:

  "Cesaret Emma! Cesaret! Hayatınızı mahvetmek istemiyorum..."

  Rodolphe:

  — Doğrusu da bu zaten, diye düşündü. Onun menfaati uğruna böyle hareket ediyorum. Namuslu bir adamım ben.

  "Verdiğiniz kararı iyice düşünüp taşındınız mı? Sizi sürüklediğim uçurumu biliyor musunuz, zavallı meleğim? Hayır değil mi? Saadete, geleceğe inanarak, güven içinde ve çılgınca bir yola çıkıyordunuz... Ah, biz ne bahtsısız, ne akılsızız!"

  Rodolphe, buraya gelince sağlam bir mazaret bulmak için durakladı.

  — Bütün servetimi kaybettiğimi söylesem? Hayır, olmaz, zaten hiçbir şeyi önleyemez bu. Daha sonra, yeniden başlamak gerekir. Bu cins kadınlara makul söz dinletmek mümkün mü hiç?

  Düşündü, sonra ilave etti:

  "İnanın bana, sizi asla unutmayacağım, size daima derin bir bağlılık duyacağım. Ama, er geç bir gün, hiç şüphe yok, bu ateş (insanlık hallerinin akıbetidir bu) azalacaktı! Bize bir bıkkınlık gelecekti, kim bilir, belki de pişmanlığınıza tanık olmak gibi korkunç bir ıstırap duyacak, pişmanlığınıza sebep olduğum için ben de nadim olacaktım. Sizin kedere düşmeniz fikri bile bana azap veriyor, Emma! Unutun beni! Ne diye sizi tanıdım? Niçin o kadar güzeldiniz? Kabahat benim mi? Hey Allahım! Hayır, hayır, kaderden başka suçlu yok!"

Madam BovaryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin