Meydan, ta evlere kadar hıncahınç dolmuştu. Dirseklerini pencerelere dayamış, yahut kapılarda ayakta duran insanlar görülüyordu. Justin'in, eczanenin camekânı önünde, baktığı şeyin temaşasına dalmış gibi bir hali vardı. Sessizliğe rağmen, Mösyö Lieuvain'in konuşması havada kayboluyordu. Sesi, kalabalıktan gelen iskemle gıcırtılarının yer yer kestiği cümle kırıntıları halinde kulağa erişiyordu. Sonra, ansızın, arka taraftan bir öküzün uzun uzun böğürdüğü, yahut köşe başlarında birbirlerine cevap yetiştiren koyunların melediği duyuluyordu. Sığırtmaçlarla çobanlar, hayvanlarını ta oraya kadar sürmüşlerdi. İnekler burunlarına kadar sarkan yaprakları dilleriyle kopararak, arada bir böğürüp duruyorlardı.
Rodolphe, Emma'ya yaklaşmıştı; alçak sesle, hızlı hızlı söylüyordu:
— Topluluğun bu komplosu sizi isyan ettirmiyor mu? Onun mahkûm etmediği bir tek duygu var mı? En soylu içgüdüler, en temiz sempatiler hırpalanıyor, kötüleniyor; ama iki zavallı gönül birbirine kayacak olursa, kavuşmamaları için her türlü oyunlar oynanıyor. Onlar, yine de deneyecekler, kanat çırpacaklar, birbirlerini çağıracaklardır. Ne yaparlarsa yapsınlar, er geç, altı ayda, on yılda bir araya gelecekler, birbirlerini seveceklerdir; çünkü alın yazıları budur; çünkü birbirleri için yaratılmışlardır.
Kollarını dizleri üstünde kavuşturmuş duruyor, yüzünü Emma'ya çevirerek ona yakından sabit bakışlarla bakıyordu. Emma, Rodolphe'un gözlerinde, siyah gözbebeklerinin etrafına çizik çizik yayılan küçücük altın ışınlar fark ediyor, hatta saçlarına parlaklık veren pomadın kokusunu duyuyordu. Üzerine bir rehavet çöktü. Vaubyessard'da kendisini valse kaldırmış olan Vikont hatırına geldi; onun da sakalından, bu saçlar gibi etrafa aynı vanilya ve limon kokusu yayılıyordu. Gayri ihtiyari, kokuyu daha iyi içine çekmek için gözlerini yarı yarıya yumdu. Fakat iskemlesinin üzerinde dikilerek yaptığı bu hareket sırasında, ta uzakta, ufkun ta ötesinde, arkasında uzun bir toz bulutu bırakarak Leux yamacından yavaşça aşağı inmekte olan eski yolcu arabası Kırlangıç'ı gördü. Léon hep bu sarı arabaya binerek ona gelirdi; sonunda, bir daha dönmemek üzere yine o yoldan geçip gitmişti! Onu, pencereden, tam karşısında görür gibi oldu; sonra her şey birbirine karıştı, bulutlar geçti; hâlâ kendini avizelerin parıltısı altında, Vikont'un koluna girmiş, valste dönüyor sandı, Léon uzakta değilmiş de hemen gelecekmiş zannetti; ama yine de Rodolphe'un başını hep yanında hissediyordu. Bu duygunun tatlılığı, eski arzularının içine siniyor ve üzerinden rüzgâr esen kum taneleri gibi, o arzular, ruhuna yayılan bu kokunun harikulade nefesiyle dönüyor, dönüyordu. Birçok kere, sütun başlıklarını saran sarmaşıkların serinliğini içine çekmek için, burun kanatlarını hızla açıp kapadı. Eldivenlerini çıkarıp ellerini kuruladı; sonra, mendili ile yüzünü yelpazeledi. Bu sırada, şakaklarının zonklaması arasından kalabalığın uğultusunu ve cümlelerini dua okur gibi sıralayan Vilayet Meclisi üyesinin sesini duyuyordu.
Diyordu ki:
"Devam ediniz! Sebat ediniz! Ne göreneğin telkinlerini, ne de pervasız bir ampirizmin fazla aceleci nasihatlerini dinleyiniz. Bilhassa toprağı ıslah etmeye, iyi gübre kullanmaya, beygir, sığır, koyun ve domuz cinslerini geliştirmeye dikkat ve himmet ediniz! Bu tarım yarışmaları sizler için birer er meydanı olsun. Bunlardan galip çıkan, elini mağluba uzatıp daha iyi bir başarı temennisiyle onunla canciğer olsun! Ve sizler, zahmetli mesailerini hiçbir hükümetin nazarı itibara almadığı saygıdeğer hizmetkârlar, mütevazı çiftlik uşakları, gelin de o sessiz faziletlerinizin mükâfatını alın ve emin olun ki, devlet bundan böyle, gözlerini size dikmiş, sizi desteklemekte, sizi himaye etmektedir. Haklı taleplerinizi karşılayacak ve elinden geldiği kadar meşakkatli fedakârlıklarınızın yükünü hafifletecektir!"
Mösyö Lieuvain artık oturdu; Mösyö Derozerays kalkıp başka bir nutka başladı. Nutku, belki üyeninki kadar süslü değildi, fakat daha olumlu bir üslup niteliği taşıyordu; yani daha özel bilgiler ve daha esaslı düşünceler içeriyordu. Mesela, nutukta hükümetin övgüsü daha az yer tutuyor, buna karşılık, din ve tarım bahsi daha uzun sürüyordu. Bu bahiste din ile tarım arasındaki ilişkiler, her ikisinin nasıl uygarlığa elbirliğiyle hizmet etmiş olduğu anlatılıyordu. Rodolphe ile Madam Bovary ise, rüyalardan, önsezilerden, manyetizmadan söz açmışlardı. Hatip, toplumların meydana çıktığı tarihe kadar çıkarak, insanların ormanlar içinde meşe palamutlarıyla karın doyurduğu o hoyrat zamanları tasvir ediyordu. Sonra bu insanlar hayvan postlarını terk etmişler, kumaştan elbise giymişler, toprağı çizik çizik etmişler, asma dikmişlerdi. Bu, insanlığın hayrına olmuştu; acaba bu keşifte faydadan çok zarar yok muydu? Mösyö Derozerays bu meseleyi ele almıştı. Sayın başkan, sabanı ile tarla süren Cincinnatus'u, lahana yetiştiren Diocletianus'u, tarlalara tohum atarak yeni yılı açan Çin imparatorlarını zikrederken, Rodolphe da manyetizma bahsinden yavaş yavaş yakınlıklar bahsine geçmiş, genç kadına, bu dayanılmaz cazibelerin nedenini çok daha önce yaşanmış hayatlarda aramak lazım geldiğini anlatıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madam Bovary
General FictionMadam Bovary, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını ve iç dünyasını oldukça şeffaf bir şekilde ele alırken, dönemin kadın erkek ilişkilerine de ayna tutan bir başyapıt. Vasat bir doktorla evlendikten sonra boğucu taşra yaşamı içinde sık...