ALGIN

306 9 5
                                    



1) ALGIN

'Saat 17.00 ve şimdi uyandım. Rüyalarım peşimi bıraksa ve gitse keşke. Belki o zaman her şeye yeniden başlayabilirdim' diye düşündü Algın. Yine her zamanki gibi kötü bir rüya görmüştü ve bu duruma hiç şaşırmadı. Neredeyse kötü rüya görmeden geçen bir günü yoktu çünkü.

Saatlerce uyumak ve uyandığında gece rüyasında gördüğü her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlamak artık oldukça canını sıkıyordu. Böyle gitmemesi gerekti. Psikolojik sorunları mı vardı yoksa bu rüyalar ona bir mesaj vermeye mi çalışıyordu bilmiyordu. Belki de lanetlenmişti. Kimbilir belki de çok fazla dizi izlemekten, hep bir şeylerle meşgul olmaktan kafayı sıyırmıştı. Ama tek bildiği şey vardı. O da artık bir şeyler yapması ve bir şeylerin değişmesi gerektiğiydi.

Yatağından kalktı, içeri mutfağa annesinin yanına gitti ve her zamanki gibi 'bugün kahvaltıda ne var anne?' diye sordu. Kahvaltı yapmayı hiç sevmezdi, arada sırada erken uyanabildiği zamanlarda kahvaltı yapar ve annesiyle sohbet ederdi. Belki de hayatta yaptığı tek normal şey annesiyle sohbet etmek ve normal insanlar gibi kahvaltı yapmaktı. Gerçi sohbetinin de pek normal olduğunu ne annesi düşünürdü ne de başkaları. Yine de o her zaman konuşurdu, anlaşılmadığını bilerek ama yine de anlaşılmayı bekleyerek.

Yemeğini yedikten sonra odasına çekildi, yatağına uzandı, derin bir nefes çekti, bir sigara yaktı ve derin düşüncelere daldı. Neydi onun sorunu? Neden hayattan hiçbir zevk almıyor ve insanlarla kolay iletişime geçemiyordu. Hayatında eksik olan şey neydi? İçinde hep bir eksiklik hissediyor ama bunu bir türlü tanımlayamıyordu. Keşke tanımlayabilseydi. Belki o zaman sorununu bilirdi ve çözüm yolları da düşünmeye başlardı. Ama bu çaresizlik, bu bilinmezlik, bu başıboşluk onu adeta deli ediyor, yaşamdan soğutuyor ve hayata dair tüm umutlarını birer birer elinden alıp götürüyordu. Bilgisayarının başına geçti, en sevdiği diziyi, Supernatural' ı açtı. Onu şu hayatta tek mutlu eden şey dizi izlemek ve kitap okumaktı. Biraz da yazmak. Evet yazmak.

'Yazmayalı o kadar zaman geçti ki, içimdeki umutları tüketeli. Belki de yeteneğimi kaybettim' diye düşündü içinden. Eline kalem almayalı yıllar geçmiş, hatırladığı kadarıyla en son lise son sınıfta yazmıştı. Üniversite hayatı ise sadece eğlenerek, gezerek, kendisinden çok uzakta, kendisinin bile fark edemediği bir başka Algın olarak geçmiş, ne bir kez olsun eline kalem almış ne de yaptıklarının doğruluğunu düşünmüştü. Yaşamıştı işte, öylesine, düşünmeden, hissetmeden. Sadece gezerek, bomboş bir 4 yıl geçirmişti İzmir ' de, o çok sevdiği şehirde.

 Neydi onu bu kadar değiştiren şey? Neden hayatı bu kadar boşlamıştı? Neden kendinden vazgeçmişti? Aslında cevabı kendisi de biliyor ama görmezlikten geliyordu. Çünkü eğer bir gün yanlışlarının farkına varırsa, asla kendini affetmeyeceğini gayet de iyi biliyordu. Sırf bu yüzden de susuyordu. Geçmiş geçmişti işte. Peki, geçmiş miydi gerçekten? Yaşadığı aşkları bitmiş miydi? Yoksa yine mi kendini kandırıyordu? Tüm bu düşüncelerden sıyrılıp, Supernatural'ı izledi ve yatağına yattı. Evet uyudu. Daha 2 saat önce uyanmasına rağmen, yine uyudu. Belki bu kez rüyamda bana bir mesaj gelir diye düşünerek.

Uyandığında saat 04. 00 olmuştu ve rüyasında hiçbir şey görmemişti. En azından görmüş olsa bile hiçbir şey hatırlamıyordu. Kendi kendine gülümsedi, yatağından kalktı, mutfağa gidip 1 bardak su içtikten sonra odasına geri gelip telefonuna baktı ama yine kimse aramamıştı. Şaşırmadı, çünkü o lanetli olduğuna inanıyordu. Tanrı, onu bir şekilde cezalandırıyordu geçmiş hataları için. Yine de Tanrı' ya kızmıyordu. Tekrar yatağına uzandı ve derin düşüncelere daldı, uyuduğunda saat neredeyse 08.00 idi. Neredeyse tam 4 saat sadece düşünmüş ve geçmiş günleri hayal etmişti. Bir insanın hayatı bu kadar mı karışık olabilirdi? İnsanlar bu kadar acımasız ve anlayışsızken bu hayata nasıl devam edebilirdi?

587: Şimdilik Hoşça kal!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin