I. BÖLÜM

280 44 132
                                    

Birazdan kapı kırılacak ve bir grup işgalci tarafından öldürülecekti. Açlıktan öleceği düşünülürse bu daha cazip görünüyordu. Bağırsakları dışarıdaki çığlıkları duymuş ve sessizliğe bürünmüştü. Açlık için çıkardıkları isyan kokan seslerini kesmişlerdi. Neredeyse bir haftadır kuru ekmek ve soğuk suya talim olmuşlardı. Açlıktan başı dönüyordu. Midesinin  bütün olanlara aldırış etmeden ondan yemek bekleme çabası onu bıktırmıştı. Bir an kendisini huzursuz eden bu açlık feryadını düşünür gibi oldu ama bu düşüncenin zamanı olmadığı kanısına vardı.

Kavun gibi soğuktan sapsarı kesilmiş kel kafasına konan acımasız sivrisinekleri,   soğuktan çatlamış ve neredeyse kanayacak olan elleriyle kovduktan sonra,  dökülen saçlarının hüznünü hissetti.
  Kaya üzerine çıkmış bir tutam ot gibi olan saçlarını,  duygularına, hayallerine ve hiç itibar görmeyen düşüncelerine adamıştı.

Her gece yıldızlara bakıp yıllar sonrası için inşa ettiği geleceği bugün saldırı altındaydı. Geleceğini yok edecek kadar büyük bir canavar ile karşı karşıyaydı. Ne zaman hayal kuracak olursa önündeki çakıl taşı bile düşman kesiliyordu. Şu an ki düşman çakıl taşından çok daha büyüktü. Bir Tanrıydı. İnsanları kendisine köle yapan ve her dediğini yapmayı onur sayan cehalet yumağıydı. Bu göklerin altında cehalet onu olmayan şeyler uğrunda öldürmeye kadirdi...
Kısa boyu onun asker olmasına engel olmuş ve asker olamadığı için her zaman komşularının ezici bakışların kurbanı olmuştu. Siwi adasında askerlik; körpe çocuklara vatan ve millet aşkı sloganlarıyla en itibarlı meslek haline gelmişti. Yüzünü bile görmediği insanı öldürmek askerleri onurlu yapıyordu. İnsanın  göğsünü aldığı mucizevi  nefesinden ziyade atılan sloganlar kabartıyordu. İnsan yapay olan her şeye taassup ile bağlıydı.

Her şey basitti; olmayan bir şey yaratıp onun varlığını tek gaye ediniyordu. Yarattığı  her değere önce kelimeler buluyor ardından o kelimeleri birkaç yapay hareketle ibadet haline getiriyordu. İşte insan Tanrının varlığını  da böyle yaratıyordu. Guzla bu düşüncelerle boğuşmaktan sıkılmasına rağmen onları zihninden atamıyordu.
 
Askerlik akademisine babasının zorlamasıyla katılmış ama fiziki yetersizlik sebebiyle alınmamıştı. Asker olmak için insan olması yetmiyordu. Kısa boyluydu ve asker olmak için uzun boylu olmak gönüllü olmaktan daha önemliydi. Hayatını amaçsızca feda etme yetkisine bile sahip değildi. Boyu konusunda kendisini suçlamamak için çok çabalamasına rağmen hiçbir zaman kendisini bu kahreden düşünceden kurtaramamıştı.

Kurt derisinden yapılmış gömleği haftalardır yıkanmadığı için üzerinde leş taşıyormuş gibi koku yayıyordu. Cira denilen bu gömlek Siwi adasına özgü gömlekti. Efsanelere göre kılıç darbesi bile geçirmeyen bu gömlek bugün Guzla' nın bütün korkularını sızdırıyordu. Etraftan topladığı bezlerden olma pantolonu kışın bütün çirkin yüzünü tablo halinde sergiliyordu. Kumaş bir bezle sardığı ahşap sandaleti,  geçirdiği soğuğu ayak parmaklarından bütün bedenine yayıyordu.

Esmer tenliydi. Ten renginden  ne kadar nefret etse de bu durumun artık değişmeyen gerçeği olduğunu kabullenmişti. Yanaklarındaki kıvrımlar onu olduğundan yaşlı gösteriyordu. Seyrek kirpikleri kırışık yüzünde varlığını kaybetmişti. İnce kaşlarının altında hakimiyetini sürdüren ela gözleri de  bu kıvrımlardan nasibini almış olacak ki gözlerini fark eden insan neredeyse yok gibiydi. Daha yeni yeni varlığını belli etmeye çalışan kumral renkteki bıyıkları ve sakalları,  dökülmüş kumral saçlarıyla çirkin görüntüsüne katkı sağlıyordu.

Hüzünlü bakışlarını evinin köşesinde duran tahta kovadaki suya çevirdi ve yüzüne ölmeden önce son kez bakmak için kovaya yaklaştı. Ahşaptan yapılmış kova her çatlağında adeta yaşanmışlığın  izlerini  taşıyordu. Bu harabe evde en az Guzla kadar çökmüştü. Kovaya yaklaştı,  kenarlarına dokundu, sonra elini daldırıp kovanın içinde bulanan saman çöplerini aldı. Tekrar elini daldırıp su aldı ve yüzünü yıkadı. Suyun soğukluğunu yüzünü yıkayana kadar hissetmemişti. Ardından kovaya eğilip yüzüne baktı . Çatlamış dudaklarında baş parmağını gezdirdi ve hafif bir tebessümle " işgal altında olmasaydık bu çatlaklara güzel bir ilaç bulabilirdim" diye mırıldandı.
Bugüne kadar bütün ilaçlarını babasının da yardımıyla kendisi yapmıştı. Bilimi ve bilgeliği kendisine ek meslek olarak bellemiş ve ileride yazacağı eserlerinde bu ustalıklarından da bahsedecekti. Kendisini hep bir bilim adamı gibi görmesi komşuları tarafından mizah konusu haline getirilse de o, buna hep inanmıştı.

AHNU HÛHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin