4th rose

977 116 65
                                    

Seul'de hava son günlerde olduğu gibi yine yağmurluydu, ancak Park Chaeyoung'un yanaklarındaki ısı terlemesine neden oluyordu. 

Jennie ile konuştukları gibi Jisoo iyileşme sürecinin bir kısmını Chaeyoung'un evinde geçirecekti. Chaeyoung ufak hastane ziyaretinden sonra koşarak evine dönmüş ve başta odası olmak üzere her yeri toplamıştı. Jisoo'nun daha hijyenik bir ortamda kalması için temizlik bile yapmıştı -ki bu o kadar ağır bir hastalığı olmayan Jisoo için fazlaydı-, Lisa sürekli gözlerine inanamadığıyla ilgili şakalar yaparak onun sinirini bozsa bile.

Şimdi ise arkasında duran üşümüş üç kızın karşısında kapıyı açmaya çalışıyordu. Titreyen ellerine rağmen sonunda başarılı olduğunda, hırkasının düşmüş omzunu düzeltti ve Jisoo'nun koluna girdi. "İşte burası unnie! Odana geçip dinlenmek mi istersin yoksa salona oturalım mı?" Chaeyoung'un endişeli hareketleri karşısında Jennie etrafa ufak bir kıkırtı bıraktı ve ayakkabılarını çıkartarak ceketini astı.

"Bu bir haftanın sonunda şımarmasan iyi edersin Kim Jisoo."

Lisa da gülerek içeri geçtiğinde Chaeyoung kapıyı kapatmış ve Jisoo'nun verdiği kararla hepsi salona oturmuşlardı. L koltukta Jisoo ayaklarını uzatmış uzanıyor, Chaeyoung onun hemen başında nöbet tutuyor gibi duruyordu. Böyle durması gayet normaldi, hatta kalbinin sesinin nasıl diğerleri tarafından duyulmadığına şaşıyordu. Çünkü Jisoo etrafta olduğunda, Chaeyoung genelde kendinde olmazdı.

Lisa kimseden beklenmeyen bir şekilde yaptığı at kuyruğuyla eliyle oynadıktan sonra konuştu, "Cidden unnie, bence bir hafta sonra kilo almış olacaksın. Chaeyoung cidden bir yemek canavarıdır!" Jisoo büyük bir kahkaha atıp eliyle gülüşünü gizlediğinde, Chaeyoung gülüşünü görebilmek için biraz daha eğildi. Bazen 'Ne olur şu gülüşünü saklamasa,' diye düşündüğü olurdu. 

"Jisoo'nun öğünlerini görmeden konuşmak haksızlık olur. Tabağın üstündeki karbonhidrat tepelerini gördükten sonra böyle zayıf kalmasına her zaman şaşıyorum." Jennie homurdandığında Jisoo da güldü ve bu dört kızın bağlarının sıkılaşmasını sağlayan dakikalar saatlere dönüştü. Batan güneşle beraber Jennie evine gitmek için hareketlendiğinde, Lisa da onunla beraber çıkarak alt kattaki dairesine inmişti.

Ve Park Chaeyoung bileklerini sakladığı hırkasının kollarını sanki ona biraz cesaret aşılayabileceklermiş gibi çekiştirmeye başlamıştı bile. Çünkü Kim Jisoo ile an itibariyle aynı odada yalnızlardı ve şansı yaver giderse bir hafta boyunca hep böyle olacaklardı.

Bir yıl öncesine kadar aşkın veya tutkunun ne demek olduğunu bilmeyen genç Chaeyoung, kalbini ve tüm vücudunu saran bu duyguya karşı yabancı hissetmiyordu. Bugüne kadar çok darbe almıştı, çok acı çekmişti ancak sanki bu duygu tüm kesiklerine merhem olmuş, akan her gözyaşını en karanlık gecenin ardından doğan sıcak ve merhametli güneş gibi kurutmuştu. Bu karanlık geceleri en iyi o bilirdi; tüm gün gülümseyip -mış gibi yaptıktan sonra nihayet kimsenin göremediği kabuğuna çekilir, korktuğu karanlığa sığınır, aya bakarak acılarını ve korkusunu unutmaya çalışırdı. 

Park Chaeyoung panzehrini en çok korktuğu varlıkta, karanlıkta bulurdu. Çünkü yüzleşebildiği tek korkusu -ki onlardan yüzlerce vardı- buydu.

İşte o karanlık gecelerden birinde, kalbini aya açtığı anlardan en özelinde, havanın soğuk ancak Chaeyoung'un kalbinin hala bir nebze sıcak olduğu bir Kasım gecesinde Kim Jisoo'ya aşık olduğunu fark etmişti. Bu duygu onu yavaşça ele geçirmemiş, aksine uzun süre koştuktan sonra karnına giren ağrı veya babası onu terk ettikten sonra bir anda esen rüzgar gibi, ani ve tehlikeli bir şekilde gelmişti. Chaeyoung'un tüm bedeni şimdi bu duygunun esiriydi ve insanların küçülttüğü kalbinde sıcak kalabilmeyi başarabilmiş tek kısım bu duygudan başkasına ait değildi.

Tabii bunlar üzerine düşünen Chaeyoung'un bu kadar derin bir zihne sahip olabileceğini o anda tahmin edemeyen Kim Jisoo, onu daldığı alemden uyandırmış ve odasına gitmek için yardım istemişti. Chaeyoung heyecanlanarak güzel bir şekilde gülümsedi ve sevdiği kadının zayıflamış bedeninin kendi vücuduna destek vermesini sağladı. Her bir dokunuş ve temas eden her bir hücre aklını kaçırması için yeterliydi.

Gecenin bu geç saatinde birbirlerine yaslanarak koridordan geçtiler. Duvarlardaki kasvetli ancak sanatsal tablolara gözü takılan Jisoo,  sorgulamak için kendini güçsüz hissetti ve gördüklerini sonra küçüğüne sormak üzere aklının bir köşesine not etti. Uzun koridorun ve yavaş yürüyüşleri sayesinde geçmek bilmeyen dakikalarda, Jisoo'nun gözüne bir şey daha takıldı. 

 Beyaz kapısı aralık bir oda ve içerisindeki papatyalar.

Aynı anda hem şaşkınlık hem de korku duygularının ağır basmasıyla ağzı açıldı ancak Chaeyoung'a bunu sormayı cesaret edemedi. Onun yerine yatağına uzandı ve yardımları için küçüğüne teşekkür etti. Yastığa başını koyduktan uzun bir süre sonra saç telleri arasında gezinen nefes uyandıracaktı onu. Park Chaeyoung sevdiği kadının yanına birkaç dakikalığına uzanacak, ona aşık parçası hariç diğer her yeri kanayan kalbi birkaç dakikalığına iyileşecek, Park Chaeyoung birkaç dakikalığına da olsa bu dünyada nefes alabilecekti. 

Aldığı nefesle beraber fısıldama gücünü kendinde bulacaktı Park Chaeyoung, "Papatyalarını kırmızıya boyadım unnie, özür dilerim. Eski beyazlıklarına kavuştuklarında onları sana vereceğim."



Sizce neler oluyor? Olayları anlamaya başlayan/tahmin edebilen var mı?

Beğendiyseniz yorum bırakmayı unutmayın lütfen,,




white roses ; chaesooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin