1. Akşam güneşiCiaran Lavery
[Shame]Elimde ki fırçayı paletin üzerine bıraktıktan sonra kemik seslerimin odada yankılanmasını sağlayana kadar gerindim. Saatlerdir yerimden milim kıpırdamamış, yağlı boyanın kokusunun üzerime sindiğinden emin olmuştum. Yüzümde yorgun ama tatmin kokan bir gülümseme ve ellerimde turkuaz boya izleri vardı. Gecenin en güzel lacivertini sergilediği vakitlerden öğle güneşi geniş atölyeme giriş izni almadan uğrayana kadar tuvalimin ya yanında ya karşısındaydım ve bundan olabildiğince memnundum. Sanki görünmez parmaklar tenimi benden habersizce sevmiş, buna ben fırçalarımdan kopana kadar devam etmiş gibiydi. Güne tam da istediğim gibi başlıyordum.
Uzun boyuma rağmen baldırlarımı gayet güzel kapayan leke dolu gömleği üzerimden çıkarıp ahşap sandalyeye astıktan sonra her gün yaptığım esneme hareketlerini tekrarladım. Sabahları hareket etmeyi severdim çünkü günün kalanında kendimi dinç hissetmemi sağlıyordu. Perdeler açık uyumak ve ılık limon suyu içmek gibi bu da yıllardır sabahları tekrarladığım rutin şeylerdendi.
Pek hızlı sayılmayan adımlarla atölyeden çıkarak lavaboya girdikten sonra musluğun kenarında akşamdan hazırladığım sabunlu su gözlerime takıldı. Dolaptan minik tiner tenekesini alıp seyreltmek için, ellerimi yakmak istemezdim, köpüklü suya bir miktar dökerken fazla solumamak adına nefesimi tuttum. Yağlı boyayı deriden çıkarmak güç olabiliyordu ve tiner ellerimi yıpratsa bile bunun en kolay çözümüydü.
Süngeri karışıma batırıp cildim üzerinde gezdirirken lekelerin nasıl uçuklaştığına şahit olmak gizli bir haz veriyordu. Zaten hep saklı tutkuları ve zevkleri olan biri olmuştum, bazı şeylerin hissiyatı ben de pek farklı can buluyordu.
Alıştığım gibi parmaklarım sızlamaya başladığında tenimin belirli kısımları kızarmış, tertemiz görünüyordu. Aslında çok fazla takılmazdım lekelere, hoşuma bile giderlerdi. Etrafımdaki sınırlı sayıda insanda artık bunu görmezden geliyordu.
Aynadan uzaklaşarak sol kasığımın biraz üstünde ki lavanta dövmesinde parmaklarımı gezdirdim. Yaptıralı belki iki hafta olmuştu, iyileşiyordu. Kapıya astığım yırtık kotu bacaklarımdan geçirdikten sonra kemer bulma umuduyla etrafa göz gezdirdim fakat görünen o ki 'hiçbir şeyi unutmayacağım' diyerek karıştırdığım dolabımda yine kemeri unutmuştum. Tek unuttuğum bu olsa yine tölere edebilirdim belki ama aynada gördüğüm kabarık süt kahvesi saçlar balık gözlerimle birleşince pekte hoş olmayan bir görüntü ortaya çıkmıştı. Dersime belki ucu ucuna yetişecektim.
"Jeongguk, hala hazırlanmadın mı?" İnce sesle irkilirken çoktan yanımda bitmiş çocuğa suçlu suçlu gülümsedim. Jimin, yan komşumdu. Bu senenin başında Seul'e daha doğrusu bu apartmana taşınmamla tanışmıştık ve hayatıma giren en samimi insandı. Her şeye o basık burnunu sokar, konuşurken lafını esirgemezdi. Bir de gülerken nefes almıyordu.
"Ben saatin farkında değildim." Ellerimi saçlarım arasına daldırıp dağıtırken, tek düzeltme yolu buydu, fayanslara yaslanan Jimin pembe sakızını çıkarabileceği bütün sesleri çıkararak çiğniyordu. Derslerime geç kaldığım için evimin şifresini ona vermek zorunda kalmıştım. Bazen sabaha kadar atölyede oluyordum ve genelde yatağıma bile gidemeden köşede ki şarap rengi kadife koltukta uyuya kalıyordum. Atölye derken evimin salon olması gereken odasından bahsediyorum. Bir salona ihtiyacım yoktu ama resim yapmak en büyük ihtiyacım ve tutkumdu.
"Şu kuş yuvasını düzeltte çıkalım artık, geç kalıyorsun." Ağzını yayarak konuşurken parmağını havada döndürüp saçlarımı işaret etti. Gerçekten çoğu zaman fazla ekstra davranıyordu ve bunlara alışmakta zorlanmıştım, aramızda ki tezatlığı görmezden gelmek imkansız gibiydi. Batı Yakası'ndan Anita'yı canlandırması için sadece sahneye çıkması yeterdi, senaryoya bile gerek kalmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the painter' taekook
FanfictionJeongguk, vücutlar üzerinde çalışmak isteyen bir ressamdı.