tjue•20

1.6K 79 5
                                    

Evine geldiğinde derin bir nefes aldım. Konuşacaklarımı milyonlarca kez kafamda kurmuştum fakat şimdi ne için geldin dese, cevap veremezdim. 

Bu çok kötüydü.

Zili çaldım. Kapının açılmasını bekledim ama açan yoktu. Sanırım tanrı, vazgeçmem için işaretler gönderiyordu.

Çantamdan telefonumu çıkaracaktım ki kapı açıldı. Chris beni gördüğünde kaşlarını çattı. Gülümsemeye çalıştım.

"Merhaba." Başını kaldırıp mırıldandı.

"Selam." William kapıya geldi.

"Selam Eva. Biz de tam gidiyorduk." Ceketini üzerine geçirirken mırıldandım. "Görüşürüz." O da aynı şeyi demek istercesine başını salladı. Arkadan bir çocuk da ceketini alıp geldi. Homurdandığını duydum. "Daha yeni gelmiştik."

Oh, gerçekten üzgünüm.

William ona bir bakış attı ve kapüşonlusunun ense kısmından tutup bi kedi yavrusuymuş gibi onu dışarı ittirdi. Noora William'ın onun yanındayken dünyadaki en masum insanına dönüştüğünü söylerdi. Bu çocuğun. En masum insana.

Sanırım aşk bize bir şeyler yapıyordu, iyi ya da kötü.

Çünkü sevdiğin kişiye karşı asla gardını kaldıramazdın.
Seversen, savaş alanına zırhsız çıkarsın.

"İçeri gelsene." Kafamı kaldırıp ona baktım.

Yanlış olan bir şeyler vardı. Çok yanlış olan.

Başımı sallayıp içeri gittim. Her şeyi kaybetmekten ölesiye korkuyordum. Henüz kazanamamıştım bile. Bu bencillik miydi?

"İçecek bir şeyler ister misin?"  Ona döndüm.

"Hayır ben-" durup derin bir nefes aldım. "Konuşmamız gerek Chris." Sanki gözlerinden anlık bir his geçmiş gibiydi. Ne olduğundan emin değilim. Öfke, nefret, korku. Korku... Bunlar üzerinden atılması güç ve yoğun duygulardı. Korkacağı bir şey yoktu, değil mi? Ona göre önemli ve kayda değer bir şey yoktu.

Benden nefret mi ediyordu?

Asla hiçbir şey yoluna girmeyecek.

"Eva? Sen iyi misin? Beni duymadın sanırım."

"Üzgünüm ben... pek iyi değilim." Omuz silkti.

"Sonra da konuşabiliriz." Başımı iki yana salladım.

"Şimdi, lütfen."

Başını salladı ve beni geçip salondaki büyük ve geniş kanepeye oturdu.

"Chris, biz..." durup düzelttim. "Ben... bir hata yapıyorum." İç çektim.

"Bunu daha fazla uzatamayacağım ve böyle giderse kabullenemeyeceğim. Onun için, sadece dinle olur mu?" Gözlerim yüzünde onay vermesi için herhangi bir mimiğin oynamasını bekledim. Ardından o başını salladı.

"Sana karşı kaybettiğime inanamıyorum. Sana nasıl inandığımı anlamıyorum. Canımı yakıyorsun, sonra istediğin gibi gelebiliyorsun ama ben bir şey söylediğimde... dünyanın en kötü insanı oluyorum." Gözlerini üzerimde gezdirdiğini hissettim. Mırıldandı.

"Bitti mi?"

"Ne? Tanrım, hayır! Söyleyeceklerim bitmedi. Beynimin içi dolu, seninle dolu. Zihnimi işgal ediyorsun ve bu histen nefret ediyorum. Bunun karşılıksız olmasından nefret ediyorum. Senin o süslü sözlerine inandığım için nefret ediyorum." Gözlerinin tam içine baktım.

"Neden beni sevmeyen birini böyle çok seviyorum?"  Bir şey diyecekti ki durdurdum.

"Beni şimdi kırarsan, toparlayamam. Yapma, lütfen. Canım yanıyor. Sevgimi zamanında fark edemediğim için kendimden nefret ediyorum. Berbat biriyim, beni sevmeyeceğini, benimle oynayacağını bildiğim ve seni kendimden uzak tutmaya çalıştığım halde kalbime girmene sesimi çıkaramadım."

"Kaybettim. Çok fena kaybettim. Eğer sevgi güzel bir şeyse neden canımı yakıyor ve bu beden artık bana ait değilmiş gibi hissettiriyor?" Ona baktım ve fısıldadım.

"Neden böyle hissettiriyorsun?"

Gözlerini kapadı ve derin bir nefes verdi.

"Artık dinleme sırası sende." Başımı iki yana salladım.

"Yapamam." Bileğimden tuttu.

"Dinlemek zorundasın." Gözlerim bileğimi tutan ellerine kenetlendiğinde elini çekti ve ayağa kalktı. Doğru kelimeleri arar gibi bir hali vardı.

Ben daha çok onun, boş zaman aktivitesi gibiydim. Zamanını boş geçirmemek ve hazırda bir kız olmadığında gelir, benimle uğraşır giderdi.

"Diğerleri gibi değilsin Eva. Yemin ederim. Farklısın. Bana hiçbir zaman şans vermedin. Seni kıracağımı düşündün, bundan korktuğunu biliyorum. Sonunda, kırılacağını da." Bana baktı.

"Beni seni kullanmakla itham ederken, Jonas'la konuşmaya devam ettin. Bu ne kadar acıttı, haberin var mı?" Bir şey beklemeden devam etti.

"Seni yüzüstü bırakmak istemiyorum. Bunun olmasından senin kadar korkuyorum. Berbat biriyim ve düzeltilmesi imkansız şeyler yaptım, yaşattım. Ama şimdi, bana bir şans ver. Tek bir şans. Asla seni sevdiğime inanmayacağını biliyorum." Ardından güldü. Garip, histerik bir şekilde. "Ama sen beni seviyorsun, doğru mu?" Tekrar güldü.  "Eğer ikimizde birbirimizi seviyorsak, neden denememize izin vermiyorsun? Kendini benden uzaklaştırıp sonra beni suçlayamazsın Eva."

Dedikleri, dediklerim... ağırdı. Hepsi.

Yanıma kanepeye oturdu.

"Beni bırakmayacağını söyledin. İzin ver ben de senin yanında olayım."

"Chris-"

Uzanıp dudaklarımızı buluşturdu.
Ve bu çok yabancı bir şeymiş gibi hissettim. O ve bu duygular, hepsi yabancıydı. Yumuşak dudakları yabancıydı. Benim dudaklarımın üzerini hafifçe kapattı ve çekildi.

"Lütfen, Eva."

Tüm bu yabancı hislerin sonsuza kadar benimle kalmasını diledim.

•••

İyi günler!

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

İyi günler!

Come Back. | Chris + Eva.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin