Otobüs duraklarının oturakları hep soğuk bir metaldir. Yağmurlu bir havada, üstleri kapalı olsa da bir şekilde ıslanmayı başarırlar. Zaten ıslak olan kıyafetlerimle bu soğuk metale oturmak sorun olmamıştı. Yağmur, hızlı bir şekilde karanlık gece göğünden iniyordu asfalta. Çukurlara doluyor, bayırlardan aşağıya sel olup akıyordu. Gökten tertemiz inen doğanın bu saf parçaları, insanlarla birlikte kirleniyor, çamurlu araba lastiklerine vurup sıçrıyordu etrafa. Bazen, habersizce kaldırımda yürüyen insanları de kirletiyordu böylelikle. Yağmurun neresinde güzellik buluyordum, bilmiyorum.
Ayağımdaki siyah converse, suyu çeke çeke mahvolmuştu. Çoraplarımda o ıslaklığı hissetmek beni son on dakikadır rahatsız etmiyordu. Kıyafetlerim, saçlarım... Ben nerede ve nasıl bu kadar ıslandığımı hatırlamıyordum. Pantolonum yırtılmış, dizim kanlar içinde olduğu için elbette yağmurla dolmuş bir çukura düşmüş olmalıydım. Bir şemsiyem vardı, gökkuşağının renklerinde, sadece elimde duruyordu. Açmamıştım, açmayacaktım. Islanmaktan korkmuyordum, neden?
Peki, neden?
Sessiz bir yerdi. İki üç tane insan geçiyordu, bir dükkân vardı ve orası da sessizdi. Arada bir, bir araba geçiyor ya da geçmiyordu. Işık kaynağı ise azdı: uzaklarda duran sokak lambaları ve dükkânın tabelasından gelen neon ışıklar...
Bir anda gürültülü bir şimşek etrafı ele geçirdi. Sanki bir korku filmi ya da bir aksiyon filmi başlamak üzereydi. Kenar sokaktan gri, eski bir araba geçti. Çamurlu yağmur suları kaldırımlara ulaştı, neyse ki insanlar yoktu.
Uzun süredir otobüs beklediğim için buradaydım. Otobüs ise gelmek bilmiyordu. Gecenin bu saatinde trafik olmazdı, belki de çoktan gelip gitmişti. Son otobüs olabilirdi ve ben de burada boşuna bekliyor olabilirdim.
Aklımın duracak noktaya gelmiş olması beni korkutuyordu. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyor, ne yapmam gerektiğini anlamıyordum. Kalkıp ayağa, şemsiyemi açmalı ve gök gürültüsü eşliğinde evime doğru yol almalıydım. Biliyorum, yapmam gereken buydu. Ama bekliyordum işte. Gelmeyecek bir otobüs, eğer on dakikadan fazla beklediysem sonuna kadar beklemem gereken bir otobüstü.
Gözlerim, karşı caddede tam karşımda duran ağaçtaydı. Rüzgârdan sallanıyor, yağmur damlaları yapraklarından sessizce iniyordu. Betondan bir kaldırımı süslemek için oraya dikilmiş yalnız bir ağaç...
"Joohyun unni?" Bu ses, duygularımın en yumuşak yanıydı. Benim kalbimin sesinin yansımasıydı. Gözlerim, o yalnız ağaçtan onun şirin yüzüne dönerken kendimi yeni düşüncelerde kaybediyordum. Yeni ama çok tanıdık, en eski düşüncelerde... Gözlerindeki endişe beni mutlu ediyordu. Beni düşündüğü, beni umursadığı için yaşadığım coşkuyu dudaklarıma yayılan gülümsemeyle anlatabiliyordum sadece. Elinde şeffaf bir şemsiye vardı, hazırlıksız çıkmış olmalıydı evden. Sokak kenarında duran yaşlı bir satıcıdan almıştı bu ucuz şemsiyeyi büyük ihtimalle. Omuzları ıslanmıştı, kâküllerinden birkaç damla akıyordu burnuna, yanaklarına ve dudaklarına... Öbür eli pantolonunun cebinde, kulaklarının birinde siyah bir kulaklık... Diğer cebinde cep telefonunun oluşturduğu yük, sırtında duran küçük bir çanta... Ayaklarında siyah, dikenleri olan bir converse...
Bir adım attı. Peşinden bir adım daha attı. Ve sonra, bir adım daha. Şemsiyesini indirdi, kapattı ve yanına yerleştirdi. Elleri, yavaşça ulaştı kumral saçlarına ve itti onları geriye. Bana dönük olan yanağında, ıslaklıktan yapışıp kalan saçını fark etmedi. Gülümseyerek, gözleri neredeyse kapanmak üzere, bana döndü yüzünü.
Bir şimşek çaktı, ama sadece benim içimde duyuldu. Korkudan titredi vücudum ve adrenalin parçalayıp geçti damarlarımı. Kan her tarafıma fışkırdı. Bu soğuk gecede, bir anda, sımsıcak bir battaniyenin altında terlemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saw You in a Dream // wenrene
FanfictionSanki her şey siliniyordu, sanki elleri kayıyordu ellerimden, sanki hiç olmamış gibi. //wenrene