II: Son Fotoğraf, Son Söz ve Bir Damla Kan

69 16 15
                                    

Odamın duvarları açık mor tonlarındaydı. Bir mantar panodan başka hiçbir şey asılı değildi. Kestane renginde bir kitaplık, biraz daha açık renkte dolabım ve yatağım vardı. Kitaplığın yanında üzeri kâğıt yığınlarıyla dolu olan masam duruyordu. Odamın penceresi küçüktü ama bir ağacı gördüğünden rahatsız edici değildi. Kıyafetlerim her yere fırlatılmış, yatağım dağınıktı. Büyük, siyah sandalyemde oturuyordum, kollarım masamın üzerinde, başıma yastık olmuşlardı.

Gece, saat üç olmak üzere...

Karanlık, odamı karartmış. Masamın üzerinde sarı, loş bir lambadan gelen ışık gözlerimi yoruyor. Gözlerim, pencereden dışarıya, ağaca bakıyor.

Gece.

Kitaplığım, odamın diğer yerlerine göre düzenli. Kitaplar, dergiler, dosyalar... Her şey yerli yerinde duruyor. En üstünde, kutular var. İçinde bir sürü eski şey, gereksiz şey. Yerimden kalkıyorum, gözüme çarpan mavi şey yüzünden.

Hâlâ uykum yok. Uykum hiç yok.

Kitaplığın kenarında duran kısa merdiveni çekiyorum ve dikkatli bir şekilde basamakları çıkıyorum. Ayaklarım çıplak, merdivenin soğuk demirleri üşütüyor. Kırmızı bir kutuyu alıyorum kucağıma, üstündeki mavi fotoğraf albümüyle birlikte. Daha yavaş ve dikkatli bir şekilde iniyorum merdivenden. Kutuyu, masamın üzerine bırakıyorum.

Masam beni rahatsız ediyor, bütün bu dağınık oda beni rahatsız ediyor. Aynı ben, aynı kafamın içi gibi odam da, masam da... Buruşmuş, gereksiz kâğıtları elimin tersiyle yere itiyorum fotoğraf albümüne yer açmak için.

Mavi fotoğraf albümü masanın ortasında, önümde duruyor artık. Tekrardan oturuyorum ve tozlanmış kapağına bakıyorum albümün. Üflüyorum, elimle siliyorum ama yine de gitmiyor tozların hepsi. Kapağını açıyorum.

Fotoğraf albümleri eskimiş, artık olmayan şeyler. Ne kadar heyecanlı bir şekilde aldığımı hatırlıyorum bu albümü, Seungwan yanımdayken. Mavi olmasını o istemiş, ben de kıyamamıştım. Ama bir zaman sonra telefonlar hayatımıza girmişti ve o zamandan beri albümüme yeni fotoğraflar eklenmiyordu.

En başta, on iki yaşımdan bir fotoğraf var. Saçlarım, şimdiki hallerinden baya bir kısa. Yüzümde sinirli bir bakış, kollarım göğsümde birleşmiş. Bu fotoğrafı çektirmekten rahatsız olduğum belli, çok rahatsızım. Yanımda, Seungwan duruyor. Yedi yaşında, o zamanlar dünyada en rahatsız edici bulduğum kişi, Seungwan.

İlk tanıştığımız gündü. Annem, arkadaşı karşı binaya taşındığı için çok mutluydu ve daha ilk günden davet etmişti onları. Seungwan, neşeli bir çocuktu benim aksime. Odamda oturup surat bükmek o zamanlar en sevdiğim şeydi. Seungwan ise o şirin gülümsemesiyle etrafımda koşar, adımı bağırarak sinirimi bozardı.

"Bana Wendy de!" Kaşlarını çatmış, dudaklarını bükmüştü. "Çok havalı oluyor."

Ben de inadına Seungwan demeye başladım. Seungwan, Seungwan... O gün, onu sinir etmek için, ondan nefret ettiğim için Seungwan demeye başlamıştım ona. Şimdilerde ise, herkesten daha özel hissettiriyor ona bu ismiyle seslenmek.

Fotoğrafın üzerine, o şirin gülümsemesinin üstüne koyuyorum parmaklarımı. Hatırlıyorum, her şeyi hatırlıyorum.

Uzun bir süre boyunca Seungwan nefret ettiğim küçük bir çocuktu. Bu yüzden albümdeki ilk fotoğrafların çoğunda mutsuz ve sinirli gözüküyorum onun yanında olduğum için. Büyük olduğum için öyle havalıyım ki, Seungwan gibi bir bebekle arkadaş olmayacağımı söylemediğim kimse kalmamıştı. Ama o, hep mutluydu yanımda olmaktan. Benim gibi harika bir unnisi olduğu için çok mutluydu. Bu yüzden yanımdan hiç ayrılmaz, nereye gitsem gelmek isterdi. Ne yapsam onu yapmak ister, her zaman yanımda otururdu.

Saw You in a Dream // wenreneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin