2

19 1 0
                                    

Denizi taşıracak kadar ağlamıştı neredeyse. Göz altları kıpkırmızıydı. Yurda dönmeyi hiç istemiyordu. Oda arkadaşları memleketlerinden yeni dönmüşlerdi. Olan bitenden haberdar değillerdi. Ondan lisedeki en yakın arkadaşından başka hiç kimseye bahsetmemişti  daha önce. Şimdi tek bağı aynı odayı paylaşmak olan insanlara mı anlatacaktı? O kadar sığ bir konu değildi bu.

Çöktüğü yerden kalktı. Bacakları tutmadı bir süre. Yalpalayarak gitti otobüs durağına kadar. Metroyu kullanamıyordu o gittiğinden beri. Farklı şehirlerde olmalarına rağmen kullanamıyordu. Onun şehrine gitse neler olacaktı Allah bilir.

O gün, terminalden merkeze giderlerken hani, metroda karşılıklı oturmuşlardı turuncu plastik koltuklara. Bacaklarını açmıştı, o da kendi ayaklarını onun ayaklarının arasına koymuştu. Dalga geçmişti onunla "Beni manipüle ediyorsun" diye. O ise çok neşeliydi. İnatçılığı sonucu yaptığı bir şeyden bahsediyordu. Birkaç gün evvel narsisizmin net tanımını yapamıyor diye onunla dalga geçmişti. O da gidip hemen beş tane felsefe klasiği almıştı. Çaktırmamaya çalışsa da onun bu huyuna bayılıyordu. Çirkin hissediyordu kendini. Bu açığını kapatmak adına da daima yeni şeyler öğrenmeye, kendini mental olarak geliştirmeye çalışıyordu. Bu çirkinlik hissi ona asıl etkileyici ve önemli olanın bilmek, sorgulamak, öğrenmek olduğunu göstermişti. Doğduğunda elinde hiçbir kozu yoktu. Kendi şansını kendi yaratmak zorundaydı. Onu diğerlerinden farklı kılan da buydu. Belki görüntüsü alışılmış güzellik tanımına biraz daha uysa işler bu yönde gelişmeyecekti. İşte bu yüzden, onun çirkinliğinden şikayetçi değildi. Normalde dönüp yüzüne bakmayacağı bir kız olduğu halde onda kendini çeken bir şeyler buluyordu. Her defasında tam vazgeçecekken kafasının karışması da bundandı. 

"Keşke," dedi, "keşke sendeki bu durumu hiç fark etmeseydim. İşler bu raddeye gelmeseydi. Ben, o sadece senin gözümden okuyabildiğin güçsüz yönümü böyle kontrolsüzce dışa vuracak hallere düşmeseydim."

Kitaplarının tümünü ona bıraktığını söylüyordu yazdığı mektupta. Yazın buluştukları şehirde ona vermek istediği kitabı kabul etmemişti kalbinin kırılmasını umursamayarak. İçine yazdığı notu okuyup geri vermişti. 

"gözlerin kaç gece eder
dudakların kaç karanfil
gülünce sehpalar devriliyor
kızgınlığın kaç yanardağ"

Üç büyük raf dolusu kitabı olduğunu, okumayacak olsa bile mutlaka almasını istediğini söylemişti ona. Hiçbirini istemiyordu. Ne okumayı ne de almayı. Onun saçma sapan romantizm dolu olduğunu düşündüğü kitaplarına karşı hep büyük bir önyargı beslemişti. Bunları okumasının sebebi de kendisiydi elbette. Ne vakit aralarındaki ilişki biraz daha sağlıklı hale gelmişti, o vakit başlamıştı daha adamakıllı şeyler okumaya. 

İneceği durağa yaklaşıyorlardı. Butona bastı ve orta kapıya doğru ilerledi. Kaderin cilvesine bakın ki otobüs tam da tekel bayisinin önünde durmuştu. İner inmez bayinin kapısından girdi. Kasadaki adamla muhatap olmaksızın içki dolabına yöneldi. Dört şişe o malum biradan alıp kasaya geçti. Aldıklarını siyah poşete koyduktan sonra adama parayı uzattı. Para üstünü beklemeden ve arkasından bağıran adama aldırmadan çekip gitti sonra. 

Daha önce oda arkadaşlarıyla gecelerce şarap içtikleri kayalıklara gelmişti. Etrafta kimseler yoktu ondan başka. Bir kayanın üstüne oturup bacaklarını mavi sulara doğru sallandırdı. Cem Karaca'dan Bu Son Olsun'u fona koyup ilk birasını açtı. Arka arkaya içtiği büyük yudumlardan sonra ağzında kalan buruk tatla buruk anılarına yeniden kavuştu.

Darbeden birkaç gün sonraydı. Biri başka öbürü başka şehirdeydi. Durmadan Whatsapp'ta kavga ediyorlardı. Onun psikolojik olarak çökmüş olduğu dönemlerdi. Sergilediği duygusal tavır bir kısır döngü şeklinde ters teptiği için iyiyden iyiye mahvoluyordu her şey. Onun tatilden döneceği günün önceki gecesi yine hararetli bir kavgaya tutuşmuş ve bunu "Bir daha konuşmayalım" temalı bir mesajla sonlandırmışlardı. 

Ertesi gün başını otobüsün camına yaslamış, yedi saatlik yolun her dakikasını ağlayarak geçirmeye kendini hazırlamış, kulaklıkları takılı öylece yola dalmışken gelen bildirimle müziği bölündü. 

Gözlerine inanamıyordu. Ondan gelen bir ses dosyası vardı bildirim panelinde. Dün gece sert çıkışlarda bulunan oğlan bugün gelmiş Bu Son Olsun'u atmıştı ona. Dosyayı açar açmaz daha şiddetli ağlamaya başlamıştı.

O gün, önceki gece için özür dilemek istemişti ondan. Bunu direkt olarak yapamayacağını bildiğinden de böyle bir yola başvurmuştu. 

İkisi de biliyordu o dosyanın ne niyetle paylaşıldığını. Ondandır ki suskun kaldılar.

Aylarca karanlık merdivenlerde oturmuşlardı. Birbirlerinin içini görmek için ışığa ihtiyaçları yoktu. Aynalara gerek yoktu. Apartmanın içinde iki küçük nokta halinde parlayan, simsiyah görünen gözleri hem ışık hem ayna olmuştu onlara. Göz göze geldiklerinde ikisinin ruhu göz bebeklerinden süzülüp havaya karışıyor; çırılçıplak, soyut bir bütün haline geliyordu. Bir süre sonra konuşmaktan vazgeçip yalnız böyle anlaşıyorlardı. 

Bir sene sonra yazın buluştuklarında, gölün kenarında otururken onun gözlerine ilk kez dikkatle baktı.

Kahverengi halkalarla çevrelenmiş yeşile çalan irisleri, göz bebeklerine doğru kızıl-kahve karışımı bir renge bürünüyordu. Güneş ışığı vururken fark ettiği bu detay onu şaşırtmıştı.

"Senin gözlerin ne renk öyle?" diye sormuştu hayretle.

Utanıp sıkılarak "Kahverengi." demişti o da. 

Yalan da değildi hani. Yoğun bir güneş ışığına maruz kalmadığı sürece standart bir kahverengiydi.

Az sonra, bir sene üstüne yeniden dudakları birbirini bulmuştu. O yokken onu beklemiş olduğu her halinden, ama en çok da öpüşürkenki acemiliğinden belliydi. Beceriksizce rimel sürülmüş kirpiklerine kısa bir bakış atıp gülümsemiş, onun kendi çekip daha büyük bir istekle öpmeye başlamıştı.

Bilmem kaçıncı tekrarını yapan şarkı ansızın durduğunda düşünceleri kesintiye uğradı. Oda arkadaşları gelmişti.

"Napıyorsun oğlum burada tek başına?" dedi biri.

Cevap vermedi. 

Yeni gelen iki oğlan onu ortalarına alarak kayaya oturdular.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu öteki.

Ama o, bu soruyu da yanıtsız bıraktı.

"Aslında biz ne olduğunu biliyoruz." dedi biri çekinerek.

Bu defa ilgiyle kafasını kaldırıp kanlı gözleriyle ona baktı yalnızca.

Çocuk telefonunu çıkarıp Instagram'dan gelen bir mesaj gösterdi.

"Sen onun oda arkadaşı olmalısın. Konuşmamız gereken bazı şeyler var. Lütfen numaranı yaz. Çok önemli."

Mesaj çok yakın, ortak bir kız arkadaşlarından gelmişti. Kız, onun oda arkadaşının numarasını alıp durumdan haberdar olmalarını sağlamış ve ona göz  kulak olmalarını rica etmişti. 

Bu açıklamadan sonra iki yandan hafifçe sırtına vurmakla yetindiler. 

Bu zor sürece artık onlar da dahildi. Üstelik ne yapacaklarına dair en ufak bir fikirleri yoktu. Kızdan hiç bahsetmemişti, şimdiden sonra bahsetmeyeceği de aşikârdı. 

Üçü birden sükûnetle, kızıla çalan ufka daldılar.





BENDEN SONRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin