1.Bölüm
Sarsıntının etkisi devam ederken etrafıma bakınmak için başımı çevirdim. Her yer toz içindeydi. Önümdeki taşın üzerinde bana doğru uzanan el kurumuş kanlarla kaplıydı. Ağzım konuşamayacak kadar kurumuştu. Ne olduğunu tam olarak hatırlamıyordum. Beynim olduğu yerde hâlâ şiddetle sarsılıyor gibiydi. Elimi kaldırdım, saçlarımı karıştırdım. Gözlerim odak noktası bulamadığı halde Can’ aradım. Üstlerine büyük kütleler düşerek ezilmiş arabaların dönüştükleri metal yığınları toz bulutlarının artından görünüyordu. Ayağa kalkmayı denedim.
Şanslı olmalıydım ki sarsıntının etkisiyle yıkılmayan yerlerden birindeydim. Belki bir adım daha atsam ölecektim. Ayağa kalktığım an hafifçe sendeledim. Önüme uzanan elin sahibi… Can’a benziyordu. Bacaklarındaki büyük yığından, üstüne sıçrayan kanlardan ve biraz da benim başım döndüğü için tam seçemiyordum. Eğilmek istedim, beni taşımayan bacaklarım kendilerini attılar, dizlerimin üzerine düştüm.
Önümdeki bedenin yan dönmüş yüzünü görünce konuşamadım. Ağzımı açamadım. Bağırmak istedim ama hiçbir şeye yaramayacaktı. Kimse beni duymayacaktı. Ve en çok ölmek istedim. İçimdeki bir nokta kadar küçük ‘belki ölmemiştir’ umuduna tutunmak istedim ama ölmediyse bile uzun süre dayanamayacağını görebiliyordum.
İki tarafımızda da çıkış yoktu. Nefes almak güçtü ve acıyla dolu iniltiler dışında ses, hareket hiçbir şey bulamıyordum.
Arkamdaki hareketi hissettim. Başımı çevirmek bile zor geliyordu. Omuzlarımı kavrayan iri ellerle çok zor da gelse başımı hafifçe çevirip kirle kaplanmış yüze, mavi gözlere baktım. Yırtılmış tişörtünden görünen omzunda çok fazla kan vardı. Her yer kandı, kanıyordu. Herkes kanıyordu.
Yanaklarımdaki sıcaklığı hissediyordum. Çeneme kadar gelen gözyaşlarım yüzümü yıkıyordu. Hıçkırdım. Acıyla dolu bir çığlıktı bu hıçkırışım. O da anlamıştı. Gözü önümdeki bedene kaydı, sonra bana döndü ve güçlü kollarıyla, muhtemelen omzu acımansa rağmen sıkıca sardı beni. Sığındım kollarına. İkinci hıçkırığım ağzımdan kaçarken gözyaşlarım yüzümü değil, onun yırtılmış tişörtünü ıslatmaya başlamıştı.
“Can” diye inlerken sesim yine onun göğsünde boğuldu. Kuruyan ağzımda acı bir tat bıraktı. Bunu yapan Can değildi, ona gelen ölümdü.
Saçlarımı okşadı. Bir yanım Melis’in yokluğunu fark etti. Başımı çevirip bakamadım. Hareket edebilecek durumda değildim Belki de beni esir eden şu an kollarında olduğum adamın tesellisine duyduğum ihtiyacın bencilliğimi beslemesindendi. Ya da acımdan, korkumdan, birini daha kaybetme korkusundan… Bilmiyordum.
Düşüncelerim, duygularım kör bir kuyunun içerisinde çırpınıyordu. Acım ise onları aşağı ittiriyor, çıkmalarını engelliyordu. “Sakin ol” diye fısıldadı. Sesi kuruydu. Pürüzlüydü. “Bizi kurtaracaklar, hepimizi…”
O boş ümitler vermezdi insanlara. Demek ki şu an o durumum o kadar vahim ki kurtulabileceğimize inanmadığını bildiğimi bilerek bana ümit veriyordu. Bu içimdeki yangının büyümesine neden oldu. Şimdi daha çok acıyordu.
“İyi değiliz. Kurtulamayacağız” diye itiraz ettim ona. Sesim onunkinden daha yüksek çıkmamıştı. Ne dediğim bile tam olarak anlaşılmıyordu. Onunkinden daha pürüzlüydü. Gözyaşlarımla doluydu. ‘Sana inanmak istiyorum, olmayacağını biliyorum.’ diye bağırıyordu.
Beni kollarımdan tutarak, gerçeklerden saklandığım bedeninden uzaklaştırdı. Başımı kaldıramadım. Üstünde oturduğumuz parçalanmış zemine takıldı kaldı, gözlerim. Üstündeki kan damalarına…