4

107 7 1
                                        

4.Bölüm

Önümdeki peynirle oynarken düştüğüm durumun ne kadar acınası olduğunu kafamda tartmakla meşguldüm. Onun yanında çalışmam adil değildi. İstemiyordum da. Kendim kötü hissedecektim.

“Bu konuyu sonra konuşuruz.”

Onu geçiştirmek belki de şu an yapacağım en mantıklı şeydi. İşten kovulduysam bile yeni bir işe girene kadar onu geçiştirebilirdim. Umarım.

“Annem sana gelecekti ama iyi olmadığını söyledim. Yemek bile yemediğini duyunca seni akşam yemeğine çağırdı. Muhakkak gelmeni söyledi. Gerekirse omzuma atıp zorla götürecekmişim.”

Ve o bunu yapardı. Ağzıma bir zeytin attım. Bunu yaparken belki de amacım “bak, yemek yiyorum.” demekti. Hiçbir yere gidecek durumda değildim. Henüz kendimi o kadar toplayamamıştım. Düştüğüm yerde kimse elimden tutmasın, biraz oturup bu çamurun içinde dinleneyim istiyordum. Akın ise eğer elimden tutmazsa bu çamur yığınından asla kalkmayacağımın farkındaydı.

Akın benim bu tavrıma karşın hafifçe kaşlarını çattı ama tabii ki sesli bir itirazım olmadığı için bir şey söylemedi. İtiraz etmek için bahane bulursam tabii ki anında itirazımı yapacaktım.

“Bu akşam olmaz.”

“Neden?”

Aklıma gelen en mantıklı sebebi sundum: “Onur ile görüşeceğim.”

Bu hoşuna gitmemişti. Açıkça göstermekten de çekinmedi. Kaşları derince çatılmış halde yüzüme baktı. Yalan söylüyordum. O da bunu muhtemelen anlamıştı. Başımı önüme eğdim. Üstüme gelmeyecekti muhtemelen. Hareketlerimden üstüme gelirse büyük bir kavganın eşiğinde olacağımızı anlamış olsa gerekti.

“Yarın gelirsin o zaman.”

Kaçışım yoktu. Her güne bahane de bulsam o yemeğe gitmek zorundaydım. Akın beni rahat bıraksa Emine Teyze bırakmazdı. Kendimi bir ormana bırakılmış, çıkışı arayan ama ormanın etrafı cam bir fanusla kaplandığı için yüzlerce kez dolansa da çıkışı bulamayan bir böcek gibi hissediyordum. Belki de en çok ‘böcek’ gibi…

Beynimiz içinde o kadar çok düşünce vardı ki, bu gereksiz kalabalık gitmedikçe hiçbir şekilde mantıklı düşünemeyecektim. Bir tarafım ağır ağır kardeşimin yokluğunu kabulleniyordu. Gözüm evimize her girdiğimde onu arasa da her bulamadığımda tükenen benimle birlikte yok olup gidiyor, siliniyordu o hayatımdan.

Ben bencilliğimin içinde acımın yağıyla kavruluyordum. Bunu biliyordum en azından. Acısı olan tek insan ben değildim. Herkesin büyük, küçük acıları vardı. Herkese kendi acısı en büyük gelirdi. Ben de belki içten içe isyan ediyordum, en büyük acıyı kendiminki buluyordum. Belki Akın benden çok daha fazla acı çekiyordu. Yine de parmak izi gibiydi bu his. Herkeste farklıydı. Kimisi ağlar, kimisi susar, kimisi hiç olmamış gibi yaşardı. Akın geçmişte bırakmayı biliyor gibiydi. Ben ise dünümü bu günüme taşıyarak geçmişimden bir yarın çıkarmaya çalışıyordum. Olmayacağını bile bile çırpınıyordum işte.

Kaçan bir trenin ardından, onun son vagonunun gittiğini gördüğü halde inatla aynı treni bekleyen yolcu gibiydim. Kendimi raylara da atsam, çığlık çığlığa da olsam, salya sümük ağlasam da geri gelmeyecek bir treni umutsuz bir bekleyişti bu.

Göğsünden vurulup, gökyüzünden süzülen bir kuşun son bir çabayla kanat çırpmasıydı. Boğazımdaki yumrunun düne sarınıp büyümesi, beni boğmasından ibaretti. Oysa ölmemiştim. Kalbim durmamıştı. Sadece burkulmuştu. Sancıyordu.

“Akın…”

Sesimin altındaki güçlü yalvarma hissi, boğuk bir tona karışarak baskın çıkmıştı. Başını kaldırıp bana baktı. Mavi gözbebekleri hafifçe kısılmış, koyulaşmıştı. Güldüğünde de kısılırdı gözleri ama böyle koyu renkli hareler kaplamazdı etrafını. Çenesi hafifçe kasılmış, alnı da biraz kırışmıştı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 09, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Kayıp Şeyler YoluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin