3.Bölüm
Kapıyı açtığım an karanlık bir koridor karşıladı beni. Anahtarlarımı yanımda kalan anahtarlığa atıp lambayı yakmadan içeri yürüdüm. Hırkamı bırakamayacak kadar üşüyordum hâlâ.
Salondaki büyük, beyaz, deri koltuğa oturdum. Küçücük salonun neredeyse tamamını kaplayan iki büyük koltuğumuz vardı. Aynı model, biri siyah, biri beyaz olan koltuklar Can’ın zevkine göre seçilmişti. Köşede duran televizyonu iki açıdan da görebilecek şekilde konumlandırırken neredeyse televizyonun altında kalacağını anımsayınca hafifçe gülümsedim.
Koyu renk perdeleri film izleyeceğimiz zaman odayı karartmak için özellikle seçmiştik. Yerdeki siyah halıdan, üstündeki sehpaya kadar her şey onu hatırlatıyordu.
Başımı geriye attım. Şakaklarımı ovduktan sonra gözlerimi kapatıp rahatlamaya çalıştım. Gözümden bir damla yaş aktı. Silmedim. Silmeye mecalim yoktu.
Omuzlarımdan aşağı sarkan yazmayı çekip koltuğa bıraktıktan sonra ayaklandım. Bir duş alsam iyi olacaktı. Odama girerken gözüm karşıdaki kapısı kapalı odaya takıldı. Kendimi iyice salmadan odama girdim. Kıyafetlerimi hazırladıktan sonra sıcak bir duş alıp üstüme rahat bir şeyler giydikten sonra yatağıma uzanıp yorganıma sıkıca sarıldım. Biraz uyuyup halsizliğimi üstümden atmak istiyordum.
Telefonumun melodisini duyunca şikâyetçi bir mırıldanma çıktı dudaklarımdan. Kalkamadım. Telefonum salonda kalmıştı. Kalktığım zaman bakardım.
Gözlerimi ağrıyla, acıyarak kapattım. Uyku hiçbir şeyi yok etmiyordu ama zaman geçiyordu. Sadece biraz zaman…
Gözlerimi açtığımda içerisi karanlıktı. Başımı ovuşturarak tek kolumdan destek aldım, doğruldum. Yatağımdan kalkıp camdan giren hafif ışıkla etrafımı görmeye çalışarak yürüdüm. Lambayı yakıp etrafa bakındım. Odada saat yoktu ama uyku sersemi ne yaptığımın tam farkında değildim. Odadan çıkıp uykulu bir şekilde mutfağa yürüdüm.
Lambayı yaktığımda odamdan daha güçlü bir ışık olduğu için gözüm kamaştı. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Üstteki dolaptan bardak almak için parmak uçlarımdan yükselince bir an dengemi sağlayamayıp düşecek gibi oldum. Düşmeden önce kenardaki yemek masasına tutunup destek aldım. Elimi alnıma koyup yüzüme düşen saçları geriye attırdım. İstemsiz bir inleme çıktı dudaklarımdan.
Bir kez daha uzandım. Bardağı alıp kenardaki damacanadan su doldurdum. Suyumu içtikten sonra bardağı tezgâhın üzerine bırakıp lambayı kapattıktan sonra lambası yanan odama gitmek yerine salona geçtim. Uykum kaçmıştı.
Uyumadan önce telefonumun çaldığını hatırladım. Hem kimin aradığına hem de saate bakmak için telefonumu elime aldım. Koltukta uzanır duruma geldim. Ekranı açtığımda ilk gözüme ‘5 cevapsız arama’ yazısı takıldı. Derin uyumuş olmalıydım ki sonraki aramalarda telefonun sesini duymamıştım.
Saat 04.26’ya geliyordu. Cevapsız aramaların üç tanesi Akın’dan iki tanesi ise okuldan arkadaşım Onur’dandı.
Telefonu sehpanın üstüne bırakıp kollarımı başımın altına koydum. Bu saatten sonra zaten uyuyamayacağımı biliyordum. Sabah yiyecek bir şeyler almak için alış verişe giderek vakit geçirebilirdim. Yarın da okula giderdim. Evde oturarak geçirebileceğim bir ömrüm olmadığını biliyordum. Elbet okula gitmem gerekecekti. Geciktirmenin, evde kalıp kendime eziyet etmemin bir anlamı olmayacaktı.
Zaten son senemdi. Kalmadan bitirip işe başlamam gerekiyordu. Bu evi iki kişi yarı zamanlı çalışarak geçindiriyorduk. Babam ve annemden kalan paralar çoktan suyunu çekmişti. Şimdi tek başıma evi geçindirmem beni zorlayacaktı. Okul bitene kadar idare etmek zorundaydım. Tabii bir de işten kovulup kovulmadığım konusu vardı. Patronum prensipleri olan sert bir adamdı. Bazı konularda anlayış gösteriyordu ama ben ona haber verme fırsatı bulamamıştım. Zaten hastanedeyken haber vermemin bir yolu yoktu.