Bahtiyar konusuyla birlikte onun gözleri de kapanmıştı. Başı omzuma düşer umuduyla düşük omuzlarımı iyice boynuna yanaştırmıştım. İyice de acıkmıştım ve muavini gözlüyordum. Molaya daha çok çay vardı ve çayın yanında da midemin sızısını azaltacak kekler. Bunları düşünüp otobüsün dar koridorunda muavine bakarken sızmışım. Nasıl bir ağırlık çöktüyse üzerime, ceset gibi yığılmışım koltuğa. "Vahap, Vahap...!" Diye seslenenin Merve olduğunu epey sonra fark ettim. Sanki karşılıklı birbirimize doğru koşuyorduk, durmadan "Vahap, Vahap!" Diye söyleniyordu. Bandanasını çıkarmıştı, kızıl saçları göğüslerine çarpıyor ve o durmadan tekrarlıyordu; "Vahap, Vahap...!" Allahım sen yardım et bana."Vahap lütfen uyan, uyansana Vahap! "Yüzümde hafif bir el sıcaklığı var, sanırım biri beni tokatlıyor. Uyanmalı mıyım? Diye düşünüp, bir hevesle uyandım. "Aman Allah'ım Vahap o nasıl bir horlama? Bütün otobüsü uyandırdın!" Derin bir siktir çektim içimden. Rezilliğe bak! Otobüs şuradan şarampole yuvarlansa da bir ben sağ kurtulamasam, diye düşündüm. Anamın yakacağı ağıtlar geldi aklıma; "Ah! Ben öleydim, ah! Benim canımı alaydın da kınalı kuzum ölmeyeydi!" Toparlan Vahap, toparlan dedim sonra kendime. O sırada otobüs virajı sağ sağlim geçmişti.. "Hiç farkında değilim, sanırım başım düşmüş, uyandırdığım için kusura bakma. Aşırı yorgunluk bazen horlamama neden olabiliyor. Bir de şu burun eti..." dedim. "Evet, evet başın öyle bir düşmüş ki omuzum çürümüş. Özür dilemeyi bırak da hazırlan, şimdi dinlenme tesisine gireceğiz. Sırf bu yüzden cezalısın ve bana çorba ısmarlayacaksın." Dedi.
Ceza dediği şeyin ödül olduğunu bilse çorbaya küserdi, sağımızı solumuzu düzeltip otobüsün durmasını bekledik. Ben gözlerimi kaçırmaya çalıştıkça, o bal rengi gözlerini bana dikip göz göze gelmeye çalışıyordu. Rezillik diz boyuydu, nasıl toparlayacağım hakkında da hiç bir fikrim yoktu.
Sıcacık çorba mideme de rezilliğime de iyi gelmiş gibiydi. Muavinin anonsunu duyduktan sonra tekrar otobüsün yolunu tuttuk. Bir incelik örneği göstererek, hem de şu koca göbeğime rağmen cam kenarını Merve'ye teklif ettim. Lisede ilk öptüğüm kız geldi aklıma, fena bir kar yağıyordu dışarıda. Kalorifer peteğine yaslanmış, buğulu cama eliyle bir görüş mesafesi açıp dışarıyı seyrediyordu. Ah, Hasret... Ne güzel kızdın sen? İlk kez, o camın kenarında, o peteğin önünde öpmüştüm onu. Saçının izleri çıkmıştı cama, ne zaman cam görsem aklıma geliyor. "Ah! Yok, böyle iyi Vahap, teşekkür ederim."
Yola çıktık, rutin kolonya ikramından sonra çantasından çıkarttığı cep aynasıyla rujunu tazeleyen Merve'yi görmemle, hormonlarımın çatışması başlamış oldu. Yahu ne diye yapıyorsun bunu? Ne diye oynuyorsun içimle dışımla? Kız ne yapıyor Vahap? Kendine gel. İyice bokunu çıkarttın. "Ee, Vahap Yok mu hayatında biri?" Dedi. "Yok, ne gezer? Gördüğün gibi fotoğraflara aşığım ben" Dedim. "Onu anladık! Seviyorsun fotoğrafları, fotoğraf çekmeyi. Hiç mi biri olmadı?" Diye sordu. "Oldu canım, olmaz mı hiç? Sen de Karamürsel sepeti belledin sanırım beni?" "Yok, o yüzden demedim. Sürekli fotoğraf diyorsun, başka bir şey demiyorsun. Anlat bakalım ilk aşkını?" Diye şirince ısrar etti. Şimdi camdaki buğuyu mu anlatayım? Buğuda çıkan saç izini mi? Ya bu kız bile bile soruyor ya da yalan söyleyeyim diye uğraşıyor, diye düşündüm. Anlamış olacak; "O kadar eskiye gitmeye gerek yok, en son aşkını anlat o zaman" Diye ısrarını yineledi,"Tamam o zaman, anlatayım." Dedim.
"Henüz üniversitenin ilk yılıydı. Liseden yeni çıkmış, gözlüğümün camı sayesinde edindiğim ezikliği üzerimden atamamıştım. Okulun en havalı kızlarına mutlaka aşık olunur ya; ben de gittim onlardan birine tutuldum. Bir öğrenci evinde Murat diye bir arkadaşımla beraber kalıyorduk. Kıyak çocuktu Murat, paraya, pula önem vermeyen, hayalleri benimkilerle benzeşen iyi bir arkadaşımdı. Tabi içime sığdıramadığım o aşktan da ilk ona bahsettim. Aylarca her akşam ben anlattım, o da sıkılmadan dinledi. Yeri geldi, akıl verdi. Nasıl açılırım? Ne yaparım da kendime aşık ederim? Diye, konuştuk da konuştuk. Bir akşam Murat'ın da bana bir kıza âşık olduğunu söylemesi ile içimdeki yükün hafiflediğini hissettim. O da bana anlatıyor , ben de onun beni dinlediği gibi onu dinliyordum."
"Kızın adı neydi?" Dedi. "Peyker" Dedim. "O nasıl isim ya?" Diye sorup, küçük bir kahkaha attı. "Lafımı kesme de, dinle" Diyerek devam ettim.
"Uzun bir süre utancımdan soramadığım için kızın ismini bilmiyordum. Daha sonra bir yerlerden Gül olduğunu öğrendim. Gül'dü ismi, önce gülüşüne âşık olup, sonra ismini sevmiştim. Birkaç ay bu şekilde, Murat'la aşık olduğumuz kızları birbirimize anlatıp avunmaya devam ettik. Sanırım İngilizce dersi çıkışıydı. Murat'tan gelen telefonu açtım, avazı çıktığı kadar bağırıyordu. 'Vahap oldu lan! Seni dinledim oldu, Allah be!', 'Ne oldu Murat?' Dedim. 'Gülşah kabul etti, alttan aldığı dersi birlikte çalışacağız'. Sanki dünyalar benim olmuştu. En az Murat kadar sevinmiştim bu duruma. Demek ki benim de kavuşma ihtimalim vardı. Akşam demledik çayı, başladık yeni planlar üzerine konuşmaya. Ertesi gün için Murat'ın ricası üzerine, sabah erkenden kahvaltı bile etmeden çıkıp gidecektim. Ee kız ders çalışmaya gelecekti. O geceyi bitirdikten sonra, sabah erken saatte kalkıp evi toparlamaya başladım. Bizim Murat pasaklıdır, ama güzel yemek yapar. Evin iş paylaşımı da belliydi, temizlik bende yemek onda. Çayı da demleyip çıkacaktım, kız poğaçalarla gelecekmiş. Sen git sız masanın üzerine, bu durumu hep Allah'ın sevgili kuluyum diye yorumlamıyor da değilim. Çalan kapı ziline fırladım masadan. Murat uyuyordu, bir koşu odasına girip, 'Kalk ulan! Kız geldi sen hala uyuyorsun'. Nasıl uyandı? Nasıl dolabı açtı? Anlatmama gerek yok. Ben de biraz üzerime çeki düzen verip çalan kapıyı açtım. O gün âşık olduğum kızın gerçek adını ilk defa öğrenmiştim. Hem de kimden biliyor musun? Murat'tan... 'Gülşah'. Gülüşünün altından bana ilk defa sesleniyordu; 'Günaydın, Vahap değil mi?' Gülşah için sanırım hala dilsiz biriyim. Ben o gün Gül'ün aslında Gülşah olduğunu öğrenmiştim ama Murat hala sevdiğim kızın adını bilmez... İşte böyle küçük hanım son aşkım böyle bitti."