Üniversiteye yeni başlamıştım. Kampüsü doyasıya gezmiş ve sürekli gidebileceğim, insanlardan uzak bir yer bulmuştum. Lisedeki arkadaşlarımdan ayrılmak çok zor olmuştu ve bir gün buradan da gidecek olmak beni şimdiden çok üzüyordu. Bir klişe olarak vedaları hiç sevmiyordum. Kabullenemiyordum ben ayrılmayı bırakıp gitmeyi. Fakat ayrılmak zorundaydım, bırakıp gitmek zorundaydım. Bu düşüncelerden sıyrılıp kampüste keşfettiğim yapay gölün yanına gittim. Gölün yapaylığından bir tat alamasamda üstünde yüzen ördekler beni yeterince mutlu etti.
Yorulmuştum artık odama gitmeli ve yatmalıydım. Sabah uyandığımda daha dinç bir şekilde uyanacak devam zorunluluğu olmayan derslere girmeyecek daha çok yer gezecektim. Gezmek ve kitap okumak en büyük tutkularımdandı. Kimsenin olmadığı çok güzel manzaralı yerler bulur, biraz manzarayı izler, biraz kitap okurdum. En sevdiğim şey ise bokeh etkisi ile çiçekleri fotoğraflamaktı. Bunun için lise yıllarından beri boynumda profesyonel bir kamera taşırdım. Hepsi birbirinden farklı çiçeğin birbirinden kaliteli fotoğraflarını kim görse hayran kalıyordu. Üstelik o çiceklerin yolun kenarında çıkan, ayağımızın dibinde biten çiçekler olduğunu söyleyince şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı.
2 YIL SONRA
Üniversite kampüsünde ağaçların arasında kalan bir göl keșfetmiștim. Burayı bilenlerin sayısı çok azdı. Bu kadar gezmeyi seven ben bile 2 yılda keșfedebilmiștim. Göl o kadar gizemli bir yerdeydi ki cinayet ișlense 1-2 haftada fark edilirdi. Gölün bu kadar ıssız olması işime geliyordu. Kendimi 7 milyar insan içinden seçilmiş biri olarak görüyordum. Doğanın bana tahsis ettiği kocaman bir göl. Bu anın keyfini çıkararak gölün kenarındaki yeşilliğe uzandım ve bulutları izlemeye başladım.
Birkaç bulut arkadaşça aynı yöne doğru gidiyordu. Sürekli birbirleri arasında yer değiştiriyorlar adeta dans ediyorlardı. Sonra bir șey oldu ve durdular. İçlerinden bir bulut karardı, yavaş yavaș diğer bulutlardan uzaklaştı. Diğer bulutların göremeyeceği şekilde birkaç damla gözyaşı damlattı göle, bir süre gölle konuştu ve ardından bilinmezliğe dağıldı. Sanki dünyadaki tüm karamsarlar mutlu olmak için sahip oldukları tüm kötü şeyleri o buluta yüklemişlerdi. Bulutta daha fazla dayanamamış tüm derdini göle anlatmıştı. Arkadașlarından uzaklașma sebebi ise onlara ölümünü göstermemekti. Çünkü bu öyle bir buluttu ki dertlerini anlatıp onlardan kurtulursa ölecek, anlatmazsa da bu dertlere dayanamayacaktı. O da hüznün bilgeliğine göle dertlerini anlattı. Ancak böyle bir bilge onun dertlerine dayanabilir ve onu anlayabilirdi. Bilge o bulutu kucakladı ve onu sonsuzluğa uğurladı. Rivayet oydu ki ne zaman Bilge Göl'de bir bulut yansıması görsek Bilge Göl o kara bulutu anardı. Hava masmavi olduğunda bile bu gölde bulut yansıması görenlerin sayısı az değildi.Emin defterlerine bu satırları yazmış ardından madde kullanmaya bașlamıștı. Üniversite onu bir yazar yaptığı gibi bir madde bağımlısı da yapmıştı.
Beyaz kullanmak benim için bir ayrıcalıktı ilk başlarda. Burcu'yla beraber içtiğimiz o ilk beyaz hala aklımdan çıkmıyordu. Ben beyaza Burcu yüzünden başlamıştım. Nasıl mı başlatmıştı beni anlatayım.
Ben derslere arada sırada giderdim, salı günü de derse gidesim tuttu. Amfiye geçtim arkalardan bir yer seçtim ve oturdum. Bir yandan dersin başlamasını beklerken bir yandan da amfiyi, amfideki insanları izliyordum. Ben biraz oturduktan sonra içeri omuzları ve suratı düșük, üzüntüsü uzaklardan belli olan bir kadın girdi. Bu kadar üzgün olmasına rağmen bir İstanbul hanımefendisi gibi davranıyordu. Onun için bunu yapmak çok zor olmalıydı. Kimseyle konuşmadan 2 yanımdaki sıraya oturdu. Biraz daha yakından bakınca bakmakla doyamadığım o güzelim kahverengi gözlerinin altı yorgunluktan siyahlașmıştı. Gece çok az uyuduğu belli oluyordu. Onunla konuşmalı derdini sormalıydım. Tam derdini sormak için yerimden kalkmıştım ki içeri profesör girdi. Direk ders anlatmaya başladı. Bir eliyle yazıyor bir eliyle siliyordu. Bir gözüyle tahtaya bir gözüyle bize bakıyordu. Süper güçlü gibi bir şeydi bu adam. 1 saat ders anlattı ve geldiği gibi gitti profesör. 2 yanımda oturan kadının yanına gittim. Ona ismini sordum. İsmi Burcu'ydu. Biraz konușmak ister misin?vAnlattıklarımız aramızda kalacak, dedim. Aramızda kalmasa da anlatacak birine ihtiyacım var, dedi. Kız çok zor durumdaydı. Konuşmak için onu kafeteryaya davet ettim. Teklifimi geri çevirmedi. Kafeteryaya gidince sabahın en iyi ikilisi olan çay simit ikilisini aldım. Burcu'nun seçtiği masaya oturdum. Sabah kahvaltısını es geçmiştim bunu yemeliydim. Bir yandan Burcu'yu dinleyecek bir yandan çay ve simidimi mideye indirecektim. Burcu dertlerini anlattıkça anlatıyor bir yandan da ağlıyordu. Burcu'yu öyle gördükçe iştahım kapanıyor ağzımdan iki lokma geçmiyordu. Zaten o da çayına ve simidine hiç dokunmamıştı. Anlattığı şeyler içimi parçalamıştı. En çokta sevgilisinden ayrılması onu bu duruma getirmişti. Sevgilisi aşkını karşılıksız bırakmış bir süre onu kullanmış ve atmıştı. Sevgilisi şu an gelse onun dizlerine kapanacak, hiçbir suçu olmamasına rağmen ondan özür dileyecek gibi bir izlenim vermişti bana bu kız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayattan Gelenler
Historia Cortaİnsanlardann uzaklașmak isteyen birinin hikayesi bu, İnsanlardan uzaklașıp yeni dünyalara dalmak için madde kullanan birinin hikayesi bu, Ve biriktirdiği kini kusmak üzere olan birinin hikayesi bu, Günlük yașantısından feragat eden birinin hikaye...