"Taehyung, seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun değil mi?"
Jeongguk başını göğsümden kaldırıp bana baktı. Küçük kahverengi gözleri dolmuştu. Hayatımda gördüğüm en güzel gözlere sahipti ve o hayatımda gördüğüm en güzel adamdı.
"Hayır bilmiyorum. Göstersene."
Kaşlarını çattı. Kaşlarını çatınca burnu hafiften havaya kalkıyordu. Kirpikleri gözlerini daha fazla kapatıyor, dudaklarının kenarları yanaklarını iterek geriliyordu. Ve ben onun her haline aşıktım. Çocuk gibi ağladığında burnunun ucu kızarık yanakları ıslakken, mutluluktan gözlerinin kenarları kırış kırış oluncaya kadar gülerken, sinirlenip dişlerini sıkınca keskinleşen çenesi onu gözümde daha karşı konulamaz yaparken.
Ayağa kalktı ve beni kollarımdan tutup çekmeye başladı.
"Hadi kalk aklıma bir fikir geldi. Seni ne kadar sevdiğimi göstereceğim."
Ayağa kalktım. Sahilden çıktıktan sonra caddede yürümeye başladık. Kırmızı ışıklarda beklerken dönüp dudaklarıma minik öpücükler bıraktı. Karşıdan karşıya geçerken ellerimi tutup beni çekiştirdi.
Daha sonra ara caddelere girdik. Köşe başlarında oyalandık biraz; sarıldık, öpüştük. Jeongguk bu hayatta başıma gelen en güzel şeydi. Onu seviyordum. Canımı verecek kadar hem de. Başka bir evrende yeniden doğsak yine onu severim.
"Tanrım Jeongguk. Nereye gidiyoruz?"
"Bekle, gelince göreceksin."
Bir köşeden daha döndüğümüzde karşımıza bir adam çıktı. Yolun ortasında oturuyordu. Biraz hırpalanmış gibiydi. Jeongguk'u arkama çektim.
"Bayım, iyi misiniz?"
Önce kafasını kaldırdı. Gözleri buz mavisi kadar soğuk ve keskin bir maviydi. Daha sonra birden ayağa kalktı. Elleriyle bir yerden destek almadan, bedeni birden havalandı. Hiç bir çaba sarf etmeden. Sanki birisi tutup onu kaldırmış gibiydi. Üzerinde bej rengi bir takım vardı. Birden ve çok yüksek sanki biri çığlık atıyormuşçasına bir siren sesi geldi. Can acıtacak kadar yüksekti. Kulaklarımızı kapadık. Göz ucuyla etrafımızdaki evlerin camlarının patladığını gördüm. Perdeler dışarı uçuşuyordu. Sonra birden hepsi durdu. Ses kesildi.
Kafamı kaldırıp baktığımda adamın yavaş yavaş bize doğru ilerlemeye başladığını gördüm. İki belki üç adım sonra durdu.
"Siz, siz insanlar. Sizden nefret ediyorum. Hepinizden deli gibi nefret ediyorum!" Sesi çok güçlüydü ve öfke doluydu. Nefretini kusarcasına bağırıyordu.
Jeongguk arkamdan bana sarılıyor ve gitmemiz gerektiğini fısıldıyordu. Elimi eline koydum ve güven verircesine sıktım.
"Ne demek istediğini anlamıyorum, gerçekten. Gerçekten üzgünüm."
"Her şey sizin yüzünüzden. Yaratılmanız bile bir hatayken hala var olmanız daha da kötü bir hata." Jeongguk birden önüme atladı.
"Ona bir şey yapma lütfen." Onu geri çekmeye çalışırken aynı anda adama yalvarıyor gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Takım elbiseli adam elini havaya kaldırdı ve sadece bir parmak hareketiyle Jeongguku bir kaç metre ileriye fırlattı.
"Jeongguk!"
Yanına gitmeye çalıştım ama hareket edemiyordum. Jeongguk korkulu gözlerle yattığı yerden kafasını kaldırıp bana baktı.
Adam elini alnıma koydu. Daha sonra tek hatırladığım Jeongguk'un başımı dizlerinin üzerine koyuşu, ağlaması, yüzüme damlayan göz yaşlarının tenimde bıraktığı ıslaklık hissi ve aklımdan silinmeyecek olan o cümlelerdi.
"24 saatin var. Onu kendine aşık etmek için sadece yirmi dört saat."
—
su an cok anlamsiz geldi biliyorum ama olayı soylersem bozulacak diye korkuyorum o yüzden okuyup gormeniz daha iyi sanirim
öpüldünüz💓💓💓💓
ŞİMDİ OKUDUĞUN
everyday ; taekook
Fanfic"Sen onun için defalarca kez öldün Taehyung, ama o sadece burada ölmek üzere olduğun kısmını görüyor. "