1. BÖLÜM

109 7 0
                                    

Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Ben de anneannemin sallanan sandalyesine kurulmuş rengarenk şemsiyelere bakıyordum. Sandalye her sallandığında şemsiyelere daha çok adapte oluyordum. Mavi, beyaz, kırmızı birçok anlam taşıyordu benim için. Bu duyguları şemsiyeler veriyordu bana. Yağmur sanki bir şeyler fısıldıyordu kulağıma. Her zaman fısıldar, sadece dinlemek gerekir. Damlaların her cama vurduğunda çıkardığı melodi, ne maniler iletiyordu insana. İçindeki öfkeyi alır, yerine huzuru getirir. Düşünmene yardımcı olur...

Sanırım benim de biraz düşünmeye ihtiyacım vardı. Yağmurda bana yardım ediyordu. Yaptığım hatalarımı teker teker yüzüme çarpıyordu. Anlamamı sağlıyordu, anlamam için de anlatmamı istiyordu. "Sadece fısılda." diyor, güven sağlıyordu...

Kulaklarımın tıkandığını hissettim, kalbimin sesini duyabiliyordum. Heyecan vericiydi. Açık kahve gözlerim hala damlaları izliyordu. Bir kaç dakika sonra damlalar yerini buz parçalarına bıraktı, sanki öfkelenmiştide bunu kristallerini dökerek anlatıyordu...

Bir an sandalyenin durduğunu farkettim. Soluma çevirdim yüzümü, sonra biraz da yukarıya. Anneannemdi bu!

Ayağa kalkıp, boynuna sarıldım. Hala affetmemişti, bunu bana sarılmamasından anlamıştım. Dalgın gözlerle yere bakıyordu. Sol koluyla hafifçe kenara ittirdi beni. Sonra geçip Çınar ağacından yapılmış sandalyesine oturdu. Şimdi şemsiyeler duygularını ona bırakmıştı. Sanırım bana olan öfkesini onlara fısıldıyordu...
Aşağıdan bir kapı sesi gelmişti. Sanırım annemdi bu. Merdivenleri çıkıp, bizim olduğumuz odaya geliyordu. Hani derler ya "Gözler kalbin aynasıdır." diye, annemin de odaya girdiğinde ne kadar sinirli olduğunu ve bir yandan da hüzünlü olduğunu farkettim. Meraklı gözlerle ona bakmaya başladım. Ama sürekli gözlerini kaçırıyordu. Bu sessizliği anlamamıştım. Evet, kötü bir şey olmuştu ama ne? Saklamanın bir manası yoktu, en sonunda öğrenirdim. Belki de söyleyecek cesareti bulamıyorlardı.

Annem derin bir nefes aldı, ardından söze girdi:

"Arya, bak..."

Niye durmuştu, ne anlatmaya çalışıyordu? Anneanneme döndüm, hala aynı sabırla camdan bakıyordu. Nedense içimde bir burukluk hissettim, soğuk...

En sonunda kendini topladı annem:

"Artık bizimle kalamazsın..."

Bu da neydi şimdi? Hiçbir şey anlamamış, boş gözlerle ona bakmaya devam ediyordum. Devam etti:

"Artık bizim kızımız olamazsın, anlamaya çalış. Bu son yaptığından sonra..."

Neyi anlamaya çalışmalıydım, evet bir hata yapmıştım ama cezam reddedilmek olamazdı. Daha 16 yaşındayım ve bunu kaldıramazdım. Ayrıca nereye giderdim, sokaklarda mı yatacaktım? Ben daha bunları sindiremeden kolumdan tutup beni, evin kapısına kadar getirdi. Sonra da kapıyı yüzüme çarptı...

Herşey durmuştu benim için. Dakikalardan, saniyelere saniyelerden, saliselere kadar, tok bir ses işlemişti hayatıma. Gözlerim dolmuştu. Hala kapının önünde dikilmiş, özenle işlenmiş tokmağa bakıyordum. Bu seferde esin esin esen rüzgâr fısıldadı kulağıma, "Yalnızsın." dedi. Herşey üst üste gelmiş, ağır bir yük olmuştu sırtımda. Sinirliydim, hem de hiç olmadığım kadar. Daha önce hayatımda hiç böyle bir acı yaşamamıştım. Farklıydı...

Hemen sağımda duran valizimi gördüm ve bir de sırt çantamı. İçinden önemli olan eşyalarımı çantama koyup mermerden yapılmış merdivenlerden aşağıya indim ve büyük demir kapıyı iterek hayatımın ilk adımını atmış oldum...

★ ★ ★ ★ ★

Yağmur şiddetini sürdürürken, ben de hızlı adımlarla sığınacak bir yer arıyordum. Tenha sokaklarda sığınacak çatı bulmak zorken, bir de yanından geçtiğim yabancılara dikkat etmeye çalışıyordum. Caddeye ya da parklara çıkamazdım, annemin beni evden attığına göre hala polis karış karış her yerde beni arıyor olmalıydı. Böyle bir riski göze alamazdım... Hemen ilerdeki apartman kapısının önüne sığındım. Yürüyecek dermanım kalmamıştı ve sırılsıklam olmuştum. Ayrıca birazdan yatsı ezanı da okunurdu. Yorgunluktan nefes nefese kalmıştım, soluklanmaya çalışırken bir yandan da uyumaya çalışıyordum, belki bu sayede açlığımı biraz olsun bastırırdım...

Yatsı ezanının okunmasıyla, cemaat camiye girmeye başladı. Ben de uzaktan onları seyrediyordum. Yavaşça gözlerimi kapadım. Bi' yedi dakika sonra uyumuşum...

Bir an üşüdüğümü hissettim. Gözlerimi araladım. Hala karanlıktı. Bir sokak lambasından başka hiçbir şey aydınlatmıyordu bu rüzgârlı geceyi. Çıt yoktu, sessiz... Hafifçe doğruldum ve ayağa kalktım. Karşı kaldırıma geçtim. Gözlerim hala aralıktı, pek bir şey göremiyordum. Yanımdaki sokak lambasına yaslandım, biten yağmurun nemini taşıyordu. Etraftaki sessizlik bana ne kadar yalnız olduğumu hatırlattı. Kaldırıma oturdum, ürperdim. Isınmaya çalışıyordum. Çok geçmeden simsiyah yavru bir kedi gelip kucağıma çıktı ve kıvrıldı. Sanırım o da benim gibi bu uzun geceyi atlatmaya çalışıyordu. Islaktı, üşüyordu, onu sardım...

Çok geçmeden arkamdan bir gürültü geldi. Yavru kedi sesin şiddetiyle korkup kucağımdan kaçtı. Hemen ayağa kalktım. Ben de korkmuştum, titriyordum. Kaçabilirdim ama kaçmadım. Aslında kıpırdayamıyorum bile. Ürkek gözlerle karanlığa bakıyordum. Sesin arkamdaki binaların arasından geldiğine emindim. Zaten arkamda başka bir yer yoktu...

Rüzgâr umursamadan yüzümü yalayıp geçerken benim korkumda şiddetleniyordu. Belki de fazla abartıyordum. Bir şey düşmüşte olabilirdi. Aklım bana oyunlar oynuyordu. "Kaç!" diyordu, ama kılımı bile oynatamıyorken nasıl kaçacaktım? Kalbim ağrımaya başlamıştı, ayakta duracak gücüm kalmamıştı...
Gözlerim kararmaya başladı, sonrası karanlık...

          ★          ★          ★          ★          ★

    Herkese merhaba! Öncelikle okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim. Bu benim ilk kitabım ve elimden geldiğince uzun yazmaya çalışacağım. Yorum yapar ve vote atarsanız beni çok mutlu edersiniz...
   Bir dahaki bölümde görüşmek üzere...
❤💖❤

KARANLIK ATEŞ ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin