YİNE KİTABI TANITMAYA GEREK DUYMADIM. EĞER OKUMAYA DEVAM EDERSENİZ TANIYACAKSINIZ ZATEN.
KEYİFLİ OKUMALAR.
"Selam Alara." sesin geldiği yöne baktığımda arkadaşlarım vardı. Dinlenmiyorum diye başımın etini yiyeceklerdi kesin."Hayırdır kuzum neden dinlenmiyorsun?" Ada'nın iğneleyici sesini işitince aklıma gelen ilk şeyi sundum onlara.
"Artık canım istemiyor."
"Canım ya. Çökmüşsün."dedi Sanem yanıma sokularak.
"İyiyim Sanem. Cidden bak."
"İyi. Sen öyle diyorsan."dedi. Sesinde acıma ile üzgünlük karışımı bir tın vardı. Ah, bundan nefret ediyorum.
Daha yeni yaz tatili olmuştu. Bodrum'da yaşıyorduk. Tatil için gelenlerden dolayı kafeler doluydu. Doğal olarak bana ait olan kafede her gün dolup taşıyordu. Aylık gelirim çok iyiydi. Henüz onsekizime girmemiş olmamama rağmen kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyordum. Bir gün yine kafeye gelmiştim. Günüm çok güzel ve yolunda gidiyordu. Akşama doğru kafeyi hem garson hemde çok iyi dostum olan Giray'a emanet etmiştim. Tam eve giderken Ayça'yla karşılaşmıştım. Halamın kızıydı çok seviyordum onu. Benden bir kaç yaş büyük olmasına reğmen abla dememi istemiyordu. O gün nişanlısı Emre abiyle düğün alış verişine çıkmışlar. Bilirsiniz gelinliktir damatlıktır. Sevinçle bana anlatıyor bende gülümseyerek dinliyordum. Göbeğe yaklaştığımızda etrafa baktık. Arabalar süratle ilerliyordu. Biraz bekledik arabalar azalınca geçelim dedik. Tam o anda karşıdan gelen bir araba bana çarpacakken Ayça'nın beni itmesiyle ikimizede çarptı. Sonra arkasına bile bakmadan kaçmıştı. Olan Ayça ile bana olmuştu. Onun amacı bana bir şey olmasın diyeydi ama işe yaramamıştı. Çünkü ikimizde aynı şekilde yaralanmıştık. O beni itmeseydi sadece ben yara alacaktım ona bir şey olmayacaktı ama itmişti. Gerisini hatırlamıyorum. Hastaneye getirdiklerinde baygınmışım. Ayça'da öyle. Sol kolumda çatlaklar vardı. Vicudumun da belirli yerlerinde morluklar. Karaciğerlerim su toplamış habire acı veriyordu. Nefes almakta zorlanıyordum. Uyandığımda ilk aklıma gelen Ayça olmuştu. Odayı inletiyordum o nerede diye. Belgin abla sürekli iyi olacağını söylüyordu. Belgin abla dediğimse üvey annemdi. O sözlerle yatıştırıyordu beni. Bir hafta sonra çıkmıştım hastaneden. Ama Ayça hâlâ oradaydı.
Çıktıktan iki gün sonra yatağımda yatıyordum. Evde Belgin ablanın oğlu Özgür'le tek başımaydım. Bana çok iyi abilik yapıyordu. Onun yanında arkadaşlıkta. Odamı mesaj sesim doldurmuştu. Kuzenim Cebrail toplu mesaj olarak 'BAŞIMIZ SAĞ OLSUN' yazmış ve göndermisti. Benim algılarım kapanırken içeriden Özgür'ün, "Hassiktir!"diye bağırdığını duymuştum. Sonra koşarak olmalıki odama geldiğinde nefes nefeseydi. Boş boş ona bakıyordum. Yanıma gelip kollarını bana sardı. "Şakaydı değilmi?"diye fısıldadım güçsüz sesimle. Sırtımı sıvazlamaya devam etti. Sonra onu omuzlarından itip yataktan çıktım. "Ne iğrenç bir mizahınız var sizin!" böyle bağırıyordum. Onun öldüğüne inanmak istemiyordum. Annem öldüğünde ilk okul üçüncü sınıftım. Pek fazla idrak edememiştim olayı ama atlatmam iki yılımı almıştı. Şimdi, şimdi Ayça. Onun ölmesine izin veremezdim. Bu olmamalıydı. Onun sevdikleri vadı. Onun sevenleri vardı. Benim ölmem gerekirken onun ölmesi adaletmiydi? Özgür şaşkınlıkla bana bakarken ben kolumdaki alçıya aldırmadan ayakkabılarımı giyip koşarak evden çıktım. Koşarak diyorum ama bu yaptığım sürünmek gibi bir şeydi. Ciğerlerimden dolayı canım yanıyordu ama buna aldıramazdım şimdi. Sokağa çıkıp bir taksi durdurdum ve hemen atladım. Şoföre hastaneyi tarif ettiğimde hiç beklemeden gaza yüklendi. Muhtemelen Özgür de peşimizdeydi. Ama şu an bunu umursayacak da değildim. Bilincim alt üst olmuş bir haldeydim. Hastanenin önünde durduğumuzda paramın olmadığını fark ettim. Ama tahmin ettiğim gibi Özgür'de arabasını taksinin arkasına durdurmuştu. Çıkıp koşarak yanıma geldi. Ona sadece, "Taksicinin parasını öde Özgür."dedim. O öderken ben çoktan hastaneye girmiştim. Danışmaya Ayça'nın yerini sorduğumda bir yoğun bakım odasını tarif etmişti. Yoğun bakım dediğine göre belkide ölmemişti. Hâlâ içimde umut kırıntıları vardı. Bizimkileri bulduğumda koridorun başında öylece durdum. Üzerimde gri pijamam vardı. Bizimkileri izledim. Beni fark etmemişlerdi. Emre abiyi ilk defa ağlarken gördüm. Kimse tutamıyordu onu. Bağırarak koltuklara vuruyor, duvarları tekmeleyip yumruk atıyordu. Elinin kanadığı yere düşen kan damlalarından fark ediliyordu. İçim burkuldu. Kendime kızdım en çok. Ben olmasaydım o ölmeyecekti. Halama baktım sonra. Koltukta ağlıyor, eniştemde hem kendisi ağlıyor hem de halamı teselli ediyordu. Kalbimde bir kaç yerin kırılarak düştüğünü hissettim. Böyle olunca kalpteki yük azalmazmıydı? Bana neden çok ağır geliyordu?
Ayça'nın abisine baktım. Anıl abiye. Yere oturmuş başını ellerinin arasına almıştı. O da yıkılmıştı. Ondan başka kardeşi yoktu ki onun. Daha sonra Ayça ile Emre abinin ortak arkadaşı Hazal bir şeyler söyledi Emre abiye. Onu duymamıştım ama Emre abi cevabını bağırarak vermişti. "Pekii onu benden almaya kimin hakkı vardı söylermisin? Hayallerimizi yıkmaya kimin hakkı vardı, ikimizide öldürmeye kimin hakkı vardı?" bağırışı hastaneyi titretiyordu. Sözleriyse yürekleri... Belgin ablayla babam bile ağlıyordu.
Daha sonra odadan üzerine beyaz bir çarşaf örtülen Ayça'yı çıkardılar. Emre abinin bağırışları dahada şiddetlendi. Sonra koca bir karanlık. O an koca hastanede yalnız gibiydim. Sanki herkes çıkmış, ışıklar kapatılmış ve üzerime kapıyı kilitlemişler gibiydi. O an gerçek anlamda kendimi yalnız hissettim. O an gerçek anlamda ölümü tatmak istedim.