"Abla?"
Telefonda güzel sesi kulağımda geldiğinde elim alnıma giderken zar zor koltuğa oturdum. "Can?"
"Abla yanıma gelemiyor olmana çok üzülüyorum." Koltuğun üzerindeki süs yastığını kucağıma aldıktan sonra sıkmaya başladım. Sesi titriyordu.
"Evet ablacığım. Gözler senin üzerinde olduğu için bir süre görüşemeyeceğimiz ama bir süre sonra ben yine kucak dolusu oyuncaklarla sana geleceğim, tamam mı?"
"Ben artık oyuncak istemiyorum." dediğinde omuzum düştü. Küçük kardeşime verebileceğim başka bir şey yoktu ki.
"Ne zaman Kemal ağabeyin dediği gibi beni yanına alacaksın? Beni başkası alabilir mi? Çok korkuyorum abla."
Elimi alnımdan çekip doğrulurken "Hayır." diye cevapladım hızla. "Seni başkası alamaz."
"Peki sen ne zaman alacaksın?"
"Yakında." dedikten sonra daha yüksek bir şekilde tekrarladım. "Yakında ablacığım. Sadece bunun için uğraşıyorum ve sadece bunun için uğraşacağım, söz veriyorum."
Gülüşü geldiğinde gülümsedim. Bana güveniyordu ve bu güvenini asla kıramazdım. Çünkü biliyordum, güvendiğin biri güvenini boşa çıkardığında nasıl acıttığını çok iyi biliyordum. "Şimdi anlat bakalım ablacığım, nasıl gidi..."
"Abla kapatmamız gerekiyormuş, biri geliyormuş. Seni çok sevi..." derken telefon kapandığında gözlerimi yumdum. Kemal alıp kapatmış olmalıydı. Telefonu kulağımdan kucağıma indirdikten sonra iç çektim. "Ben de seni çok seviyorum."
Kendime gelmek için bir süre hareketsiz kaldıktan sonra dolan gözlerimi kırpıştırdım. Kendime ağlama şansı bile tanımıyordum ve tanımayacaktım.
Yağmur damlalarının süzüldüğü pencereye yaklaşırken kollarımı göğsümde kavuşturdum. Sırtında okul çantası olan bir kız otobüs durağına doğru koşarken rüzgarla montunun gerileyen şapkasını başında tutmaya çalışıyordu. Elindeki poşetler düşecek gibi olduğunda beceriksizce tekrar tuttu. Bu sırada şapka da başından düşmüştü. Otobüs hareketlendiğinde yetişebilmek için hızlandı. Hızlı adımları su birikintilerini kendisine ve çevresine sıçratırken poşetleriyle de birkaç kişiye çarptıktan sonra nihayet otobüse yetişti. Otobüsün camına vurup şoförün dikkatini çektikten sonra otobüse bindi. İçim rahatlamıştı. Bu kadar çabadan sonra binememiş olsaydı onu evine bile bırakabilirdim.
Yolda arabalar hızla ve çevreye su sıçratarak giderken insanlar bir yere ulaşma, yağmurdan kaçma peşindeydiler. Sokak memnuniyetsiz ve telaşlı insanlarla doluydu. Zaten artık dünya böyle insanlarla doluydu. Böyle günleri seviyordum. Bir süre sonra hava kararacaktı ve yağmur nedeniyle sokakta fazla insan kalmayacaktı.Tedirgin eden boş sokaklar değil, sokakları dolduran boş insanlardı. Tehlike karanlık değil, yüz ifadeni, yıkıklığını açığa veren ışıktı. Ve sorun sessizlik değil, seni kendi halinde bırakmayan gereksiz cümlelerin gürültüsüydü.
Ve sen gürültülü bir sokakta, ışığın altında, insanların arasından geçerken bile her zamanki kadar yalnızdın. Hiç eline alıp oynayamadığın oyuncağının kana bulanması seni büyütüyordu. O oyuncağı çöpe atışın ise seni öldürüyordu. İyi geleceği falan yoktu ama 'Her şey yoluna girecek' diyen birinin bile olmaması her şeyi yoldan çıkaran konuydu zaten. Kendimi kaybeden diye tanımlayamazdım çünkü kaybedebilmem için kazanma ihtimalimin olduğu bir yarışta başarısız olmam gerekirdi. Oysa bu başarısızlık doğuşumdan itibaren benimleydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Çırağı
Novela Juvenil"Sevgisiz büyüyen her çocuk, 'Seni seviyorum' diyen herkese inanabilecek kadar çocuk." derler. Hayatım geniş ve henüz çözülmemiş bir olay yeri gibiydi. Yaşanmamış çocukluğumun kanıtları sarı bantlarla çevirili alanda dağınık bir şekilde duruyordu...