"Kahvaltı hazır!"
Gözlerimi araladığımda güneşten rahatsız oldum. Yorgun elimi pencereden içeriye dolan güneşe doğru kaldırıp gözüme gölge oluştururken diğer elimle gözlerimi ovuşturdum. Bulanık görüşümle beni uyandıran kişiyi algılamaya çalıştım.
Yeşil gözler bahar gibi doğdu odama. Şimdi güneş gereksizdi. Kızıl, dalgalı uzun saçları omuzlarından dökülmüştü. Gülümsüyordu! Eli yanağıma geldiğinde, avuçlarına sığdırdığı dünyaları verdi bana. "Günaydın."
"Günaydın anneciğim."
Annem "Şey..." diyerek elini çektiğinde gözlerimi kırpıştırdım. Yataktan kalkan annem saniyeler içerisinde Yağmur'a dönüştü. Başımı onaylamaz bir şekilde sallarken yatakta doğruldum ve yüzümü ovuşturdum. Gülümseyişini unutmuş olmama rağmen, hayalimde o kadar gerçekçiydi ki uzun zamandır ilk defa söverek uyanmamıştım.
Yağmur suçlu hisseden sesiyle "Asya..." diye mırıldandığında ellerimi yüzümden çektim. Gülümsemeye çalışıp "Sorun yok." dedim. Ama vardı, sorun her zaman vardı ve bitmiyordu.
Güçsüz düşen ellerimle yorganı beceriksiz bir şekilde üstümden atmaya çalışırken Yağmur yaşlı gözleriyle beni izliyordu. Yardım etmemesi gerektiğini bildiği için hareketsiz kaldı. Düşsem de düşürülsem de ben kalkardım. Başka türlüsünü istememem belki de henüz başka türlüsünü görmemiş olmama bahanemdi, bilmiyordum. Sonunda yorgandan kurtuldum ve yataktan indim. Ayak bastığım tahtanın soğukluğunu düşünmeye çalıştım. Çıkardığı gıcırtı aklımı dağıtmama yardım etmek istermiş gibiydi ama bana kimse yardım edemezdi sanırım.
Yağmur ne yapacağını bilemez halde kollarını göğsünde kavuşturdu ve yapay bir şekilde gülümsedi. "Annem sevdiğin böreklerden yapmıştı, ben de getirdim. Geldiğimde kapın açık..."
Yere attığım kıyafetlerimi toplarken Yağmur şaşırmış gözlerle baktı. Sanırım katlayacağımı falan sanmıştı. Kucağımda birikmiş kıyafetleri dolabın içine sıkıştırdıktan sonra henüz girdapta boğulmamış olan kıyafetlerimden bir kazak ve pantolon aldım. Kıyafetlerin üzerime yığılmasından korktuğumdan hızla kapatıp omzumu kapağa yasladım. Beni izleyen Yağmur'a sırıttım. "Sen devam et ya."
Yağmur benim hala nasıl yaşıyor olduğuma dair sorgular bakışlar atarken yanıma geldi ve beni dolaptan uzaklaştırdı. "Ben dolabını toplarken sen de git kahvaltını yap."
Alt dudağımı dişlemeye başladım. Ona olan minnet dolu bakışlarımı görmeden dolabı açtı ve üşenmeden toplamaya başladı. Yağmur, Barlas'ın kız kardeşiydi. Bunu bilmiyor olsaydım bile Yağmur'la tanıştığım an tahmin edebilirdim. İkisi de koyu renk gözlerinde karanlığı taşımıyordu. Karanlığa bulaşmış insanları bile yargılamıyorlardı. Aksine yardım edemezlerse kendilerini suçluyorlardı. Yağmur'un simli ojelerine, gülen yüzüne ve her gün başka şekil verdiği uzun kahverengi saçlarına bakanlar onun hiçbir derdi yok sanırlardı. Vardı. Sadece, Yağmur derdini bile severdi. 17 yaşındaydı ve bu sene üniversite sınavına girecekti. Barlas onu eğitimi için özel kuruma verebilecek parayı her ay buluyordu ama Yağmur kabul etmiyordu çünkü eğer kabul ederse mahalledeki yardıma ihtiyacı olan insanlara ve annesine para konusunda yardım edemeyeceklerdi. Bu konuda bütün mahalle ona minnettardı. İyi kötü bir şey bilen ya da çalışılacak kitap bulan herkes Yağmur'a yardım etmeye çalışırdı. Ben de arada onlara gider ve kafamın bastığı konularda Yağmur'u çalıştırırdım. Ya da ev işlerinde annesine yardım ederdim ama Barlas bunu hiçbir zaman bilmezdi. O gelmeden evden uzaklaşırdım. Ona da dediğim gibi, hayatında olmuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Çırağı
Fiksi Remaja"Sevgisiz büyüyen her çocuk, 'Seni seviyorum' diyen herkese inanabilecek kadar çocuk." derler. Hayatım geniş ve henüz çözülmemiş bir olay yeri gibiydi. Yaşanmamış çocukluğumun kanıtları sarı bantlarla çevirili alanda dağınık bir şekilde duruyordu...