Tozlu zeminde yavaşça sürerken adımlarını Park Jimin, göz bebeklerinin bir türlü küçülememesinin yanı sıra kalbinin, bu boş odada yankısının bir çarpıntı gibi kulaklarına ulaşması da çok kolaydı o vakit. "Meğersem..." diye düşündü, "Min Yoongi o günden bu güne piyanosunu hep saklamış, o gün söylediğinin aksine hiçbir zarar verememiş de belli." Canı yanıyordu Park Jimin'in, canı çok yanıyordu çünkü; Min Yoongi ne hissettiyse bugüne dek, O da her daim O'nunla hissetmişti. Her saçmalığa rağmen bırakmadı diğerleri gibi kamelya'sını O, hep yanındaydı zira Min Yoongi'ye dair ne varsa her şeyini ezbere biliyordu Park Jimin, şu an da canının yanması çok doğaldı bundan dolayı.
Min Yoongi'nin annesinin, stres ve depresyon nedeni hastalığı dolayısı vefatından sonra piyanosunu bir daha çalamamasının, hatta tuşlarına dokunamamasından bile bu yana üç buçuk yıl çok çabuk geçmişti.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra Min Yoongi yanındaki iki oğlanla bir yandan evine doğru yürüyerek bir yandan sakince konuşuyordu. "Çocuklar, buradan sonrasını ben kendim gidebilirim, siz de gidin isterseniz yoruldunuz ikiniz de." Hoseok konuştu ardından, yanakları al al olmuşken bir yandan da hızlı hızlı konuşuyordu. "Şey... Taehyung o zaman benim evime gidebiliriz, sen de istersen elbette."
"Pekiâlâ, o zaman... kendine iyi bak hyung, Park Jimin'i de üzeyim deme sakın." Her üçü de biliyordu aslında, Min Yoongi, bu sözü söylenilecek en son kişi bile değildi belki de. Bu nedenle konuşmasına da gerek kalmadı Min Yoongi'nin, hafif bir tebessümün ardından arkasına döndü ve adımlarını daha da hızlandırarak sarı kamelya'sının O'nu beklediği evinin yolunu tuttu; avuçlarını tutmayalı bir buçuk saatten fazla olmuştu bilâkis.
Merdivenleri üçer beşer çıkarken kendi dairesinden duyulan melodi sesiyle duraksadı aniden, beyninden vurulmuşa dönmüş gibiydi sanki. Dizleri taşıyamadı O'nu, hissettiği duyguların yoğunluğu fazlaca ağır gelmişti çünkü. Neden her yer bulanıktı ve dünya tüm dengesini kaybetmiş gibiydi o an? Sahi Park Jimin'e ne olmuştu? O'nun kutsal sesini duymak isterken, kulaklarına ulaşmasının üzerinden yıllar geçmiş olan bu melodiyi neden tekrar duyuyordu?
Toparlanmaya çalıştı Min Yoongi, dairesine vardığında melodinin şiddeti çoğalmıştı lâkin. Amacı bu melodinin kaynağını bulmak değildi; yalnızca sarı kamelya'sıyla şu an hislerini barınak, düşüncelerini de kalkan yapmak üzere sımsıkı sarılmak istiyordu O'na. Kapısının kolunu hiddetle ve tir tir titreyerek açmasına sebep olmuştu sarı kamelyası'na duyduğu merak. Vücudundaki tüm salgı bezleri çalışmalarını durdurmuş gibiydi o vakit sanki, yutkunamıyordu bile artık.
Sessizce bir ağlama sesi, duyduğu melodiyle bir olup kulağına ulaşıyordu şimdi, her saniye daha da kahralıyordu bu korku dolu haline Min Yoongi. İçeriye adımını atar atmaz Park Jimin'i gördü karşısındaki odada, günlerce ruhunu zehirlediği o odada, tüm hayatını maf etmiş olan o odada, hayallerini ve hislerini teker teker kaybettiği o odada gördü sarı kamelya'sını. Adımlarına saklanmış senfoniler ise, canları acısa bile sürükledi O'nu o odaya.
Park Jimin'in, ağlamaktan kızarmış olan gözlerinden yanağına sessiz göz yaşlarını dökerken, küçük parmaklarıyla kendisinin her bir yanı tozlar içerisinde olan piyanosunu hüzünlü bir melodiyle çaldığına şahit oldu Min Yoongi. Park Jimin O'nu fark ettiğinde yalvarıcı bakışlarıyla dikti gözlerini beyaz'ına, fakat melodi hâlâ duyuluyordu bir yandan.
Duyulan her bir nota, Min Yoongi'nin kalbinin paramparça olmasına sebebiyet veriyordu.Eğildi Min Yoongi, sarı'sının taç yapraklarına eğildi, sımsıkı sarmaladı onları. Göz yaşlarının her birini büyük bir özenle, nazik dokunuşlara sahip parmakları tarafından sildi; sol göğsüne götürdü ardından beşini de, sımsıkı bastırdı kalbine. "Bu defa göz yaşlarının güzelliği aracılığıyla besleyebilirim tohumlarımızı Park Jimin." Ardından ellerini tuttu nazikçe, pamuk elleri O'nun avuçlarının arasında kayboluverdi. Diğer zamanlara kıyasla, nedenini bilmediği bir şekilde çok daha hassastı Park Jimin'in parmakları.
Park Jimin ağlayışının nedenini bilmiyordu, tek bildiği şey Min Yoongi'nin piyanosunu hâlâ sevdiği ama bir yandan da ondan son derece korktuğuydu. Aynı hisleri kuvvetlice hissediyordu O da.
Doğruydu bu, doğruydu çünkü annesi yaşarken O'nu çok sıkı şartlar altında piyano çalmaya zorluyordu, yarışmalara sokuyordu, yarışmayı hep birincilikle kazanıyordu kazanmasına ama Min Yoongi henüz küçücüktü o zamanlar.
Küçücüktü henüz belki ama her şeyin farkındaydı; insanların aslında ne kadar acımasız olduklarını, kendisine yapılan zorbalıkları, arkadaşlarının aslında hiçbirinin kendisine karşı gerçek bir sevgiye sahip olmadığını, O'na söylenen tüm lafların ne kadar kin ve nefret olduğunu çok iyi biliyordu Min Yoongi.
Bir cumartesi sabahıysa annesi hastaneye kaldırılmıştı. O gün Min Yoongi bir söz vermişti kendine, annesini serum kokusunun sardığı o berbat odadan çıkaracaktı bir gün. Zira çıkardığı takdirde başka hiçbir şey istemezdi, dilemezdi, hiçbir şeye umutlanmaya gerek kalmazdı artık. Fakat bu sözünü tutamamıştı Min Yoongi. Annesi, kendi gözleri önünde son nefesini vermişti.
O günden itibaren nefes aldığını bile hissedemez olmuştu, yemek yiyemiyordu, konuşamıyordu, piyanosunu ve kendisini o zamanlar yeni taşındığı evinin boş bir odasına kilitlemişti. O odada gün geçtikçe ruhu zehirleniyordu ve tüm hislerini yavaştan kaybetmeye başlamıştı. Denememiş miydi sanki yeniden canlanmayı? Elbette ki denemişti ama her seferinde başarısız olmuştu piyanosuna karşı, annesine karşı. Ne zaman parmaklarını piyanosunun tuşlarının üzerinde gezdirmeye çalışsa, annesinin silüetiyle karşı karşıya kalıyordu aniden. Bu yüzden de hep yenik kalmıştı piyanosuna.
Biliyordu aslında, o da hissediyordu Min Yoongi'nin paramparça olmuş yüreğini. Her bir yanı tozlarla kaplıydı sonuçta, aynı Min Yoongi'nin yüreğinin dört odacığının da tozlarla kaplı olduğu gibi. Ama yapışmıştı o tozlar işte, gitmiyorlardı üzerlerinden. Gitmek nedir bilmezlerdi çünkü, her bir zerresine acı yüklemekti onların görevi. Zira hafızasında da öyle kalmışlardı Min Yoongi'nin, her hatırladığında acı çekmesinin sebebi bu tozlarmış meğer; her gözünün önüne gelişinde o silüetin, kalbindeki ağırlığın kendini belli etmesi bu yüzdenmiş hep.
Hâlâ bulamıyor Min Yoongi o cesareti kendisinde, hâlâ aynı yerden yanar canı çünkü ona her dokunuşunda. O yerin kül olmasını istemiyor ki O, uzaklaşmak istiyor ilelebet oralardan.
Ta ki Park Jimin'le tanışana kadar, O'nu tüm benliğiyle kabullenip göğüs kafesinde karanfiller açmasına sebep olana kadar, ruhunu O'nun yüreğinde açtığı çiçeklere akıtarak karışmasına sebebiyet verene kadar...
Hayatını böylesine şekillendirmiş kamelya'sı, şimdi tüm zayıflığıyla karşısında öylece duruyordu. Ayağa kalkmaya çalıştıysa da vücudu buna izin vermemiş gibiydi, sarsıldı birden ve kahverengi piyanonun üzerine yığıldı çaresizce. Min Yoongi fark edememişti daha önceden, fark edemediği için kahretti kendisine. Sarı kamelya'sının bunca acıyı vücudunun kaldıramamış olmasını fark edemediği için kahretti. Taç yapraklarının soluyor oluşunu fark edemediği için kahretti. Avuçlarındaki tohumlarının yeşermeleri için, O'nun vücudunda gereken enerjinin yetersiz oluşunu fark edemediği için kahretti Min Yoongi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
navona square ❦ yoonmin
Historia CortaBeyaz Kamelya ve Sarı Kamelya, notalarına birer birer dileklerini astılar Navona Meydanı'nda.