i. masal kazanı

187 20 200
                                    

2009, Mart.

"Çok eski zamanların birinde, karanlık bir şatoda yaşayan korkunç bir cadı varmış. Bu cadının yüzüne en ufak baksan çirkinliğinden kaçar, gözlerinden fışkıran büyülerden dolayı da hayatı lanetlenirmiş insanların. Günün birinde bu cadı, âşık olmuş. Ama öyle böyle değil... Çok sevmiş. Kimsecikler izin vermemiş ona. Yasaklamış. Demişler ki, bak cadı hanım, sen bir insanı sevdin. İnsanla cadı hiç olur muymuş bir? Cadı da çok sinirlenmiş... Öyle çok sinirlenmiş ki bütün dünyaya karanlık büyülerini yağdırmış. Ant içmiş, demiş ki, canını acıtmadığım tek bir insan bile kalmayacak."

Kim Taeyeon'un odası eski ve ucuz tahta bir dolap ve paslanmış demir bir karyolanın üzerinde duran sert bir yataktan ibaretti. Yatağında beyaz bir çarşaf, beyaz bir pike ve beyaz bir yastıktan başka da bir şey yoktu. Bembeyaz, tertemizdi odası. Kırmızı, tüyleri her tarafa fışkıran küçük bir de kilimi vardı. Dolabının içi katlanmış kıyafetlerle –ki birkaç parçadan fazla değillerdi- doldurulmuştu. Düğmeden olan gözlerinden biri yıllar yıllar önce kaybolmuş kahverengi oyuncak ayı da üzgün bir şekilde oturuyordu orada bir yerde. Kıyafetlerinin arkasında küçük bir tahta vardı. Küçük Taeyeon bu tahtanın arkasında herkesten sakladığı beş bebeğini büyütüyor ve uyutuyordu. Taeyeon bu bebekleri dört yıl önce eline aldığından beri kimseye elletmemiş, o küçücük yaşında gizli bir anne olmanın yüklerini omzuna almıştı.

Fakir bir ailede yaşıyordu, abisinin üniversite masrafları da binmişti şimdi bir de. Taeyeon ilkokula başladı başlayalı bu fakir aile daha da fakirleşmişti. Babası bir inşaatta çalışıyordu şimdilerde, onun dışında işten işe gezerdi. Annesi de evde dururdu, tüm gün temizlik yapardı. Bazen, çok parasız kaldıklarında Gangnam'a gider ve oradaki zenginlerin de temizliğini yapardı. Babası annesinden nefret ederdi, her gün bağırırdı ona. Yemeğin tuzunu hiç beğenmezdi. Bir gün tuzsuz dediği yemeğe ertesi gün çok tuzlu derdi. Taeyeon da o ikisinden nefret ederdi. Kendisi daha iyi bir anneydi. Beş bebeğine her gün oyun oynatır ve onlara güzel yemekler yedirirdi. Okumayı da öğretmişti onlara hatta matematiği bile. Okulda ne öğrenirse öğrensin beş bebek de bilirdi bunları. Ne de olsa o okula başlayacağı sene tanışmıştı bu bebeklerle küçük Taeyeon. Babası da annesi de böyle fakirdi işte. Okulda babasının mesleği sorulduğunda köle, annesinin mesleği sorulduğunda da daha da köle derdi.

"Sen de bu aptal masala inandın mı, Taeyeon?" Jung Sooyeon onun ilk ve tek arkadaşıydı. En baştan beri aynı sınıfta oldukları hâlde ancak üçüncü sınıfta arkadaş olabilmişlerdi. Bu da Taeyeon'un deli olduğuna dair çıkan söylentiler yüzündendi, zavallı kızın Sooyeon gelene kadar hiçbir arkadaşı yoktu. Şimdi Sooyeon da aynısını yapıyordu işte! Sooyeon'a da anlatmıştı bu hikâyeyi çünkü ona göstermek istiyordu beş bebeğini. Bir yıl boyunca beklemişti, bu sefer güvenmem gerekiyor diye düşünmüştü. Ah, yine hayal kırıklığıyla gözlerini yumdu.

"Dur ya, daha bitirmedim." Ne de olsa o bir çocuktu, çok rahat kırabilir ve çok rahat kırılabilirdi ama çok da rahat affederdi. Umursamadı Sooyeon'un az önceki cümlesini çünkü en azından devamını dinleyeceğini biliyordu. Diğerlerinin aksine, Sooyeon dinleyecekti.

"Eh, anlat hadi..." Jung Sooyeon, Kore'ye ta Amerika'dan gelmişti. Taeyeon'u bu çok şaşırtıyordu, hele de o hiç söyleyemediği İngilizce adı yok mu? Neydi? Jessica! Nasıl büyürdü o küçük gözleri ve şaşkınlıkla 'O' şeklini alırdı o minik dudakları... Kim Taeyeon'u büyülerdi bu. Hep ikinci bir isminin olmasını istemişti. Sooyeon, adı ve geldiği yer dışında da çok garip ve değişik biriydi. Saçları sarıydı bir kere, öyle böyle değil! Hayatında hiç sarı saçlı biri görmemişti Taeyeon, onlar hep babasının birkaç yıl önce eve getirdiği küçük kutuda olurlardı. Ah, o küçük kutu da bayağı bir garipti ya, neyse! Televizyon denilen şeyin şu anki hikâyeyle uzaktan yakından ilişkisi yoktu. Sooyeon, sarışındı. Gözleri sanki bir oyuncak bebeğe aitti, öyle parlardı ki uzaktan şaşı kalacaktı bir gün zavallı Taeyeon! Deli olmasının yanında bir de şaşılığı kaldıramazdı ki minik elleriyle. İşte öyle, Sooyeon garip biriydi. Daha da çok şeyleri vardı da bir anda aklına gelmiyordu her şey. Minicik bir beyni vardı daha, nasıl kaldırabilsin ki tüm bu bilgileri?

valley of the dollsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin