qazat| Karanlık zihin

469 70 52
                                    

Korku dolu bir ormanın kalbindeydik Karşımızdaki bir seri katildi. Nabzım hızlandı, korkudan dilimi ısırdım. Taeyeon'un yüzü gözüktüğünde aşağıdaki taktiği uygulamaya karar verdim. Ne olursa olsun kendinizi savunmalıydık. Güçlü de olsa o bir kadındı ve Taeyong ile ikimiz onu alt edebilirdik. Arkamdaki masanın üzerinde duran şamdanı aldım. Taeyong ise ne yaptığımın farkına varmıştı. Küçük vitrinin içindeki, iki tarafında uzun demir bulunan ne olduğunu bilmediğim bir eşyayı kaptı.

Taeyeon kapıyı açıp itti ama önündeki çekmece ona engel oldu. Bir küfür etti ve bu kez tüm gücü ile kapıyı itti. Elindeki kafa ile artık tam karşımızda duruyordu. Elimdeki şamdanı öyle sıkı tutuyordum ki elim beyazlamaya başlamıştı. Gözlerimi sıkıca kapama isteğime karşı direndim. Herhangi bir hareketini yakalamak için bakışlarımı Taeyeon'a diktim. Taeyeon, Taeyong ve Jennie'ye baktı. "Siz de mi gideceksiniz? Daha yeni gelmiştiniz." Ses tonu bizimle alay ediyordu sanki. Öyle yumuşaktı ki bir annenin çocuğuna karşı kullandığı ses tonu gibiydi. O anda aklıma annem geldi, dişlerimi sıktım. Onu bir daha görebilecek miydim?

"Bu adamın kim olduğunu biliyor musunuz?" Taeyeon elindeki kafayı havaya kaldırdı ve birkaç kurtçuk yere düşerken birkaç sinek de havaya kanatlandı. "İki ay önce gelmişti. Sadece bir gece kaldı. Buradan ayrılırken ona gitmemesini söyledim. Çünkü kimse buradan gidemez." Taeyeon'un dudakları soğuk bir gülümsemeyle yukarı doğru kıvrıldı. "Burası rahat çünkü. Müşteriler burayı sever." Gülümsemesi tüm suratına yayılmıştı. Bize doğru bir adım atarken "Burası rahat çünkü. Müşteriler burayı sever." diye tekrarladı.

Rosé'nin elleri gömleğime tutunmuştu. Sol elimle onun elini tuttum. Belki Jisoo için yapabileceğim bir şey yoktu ama en azından Rosé'yi kurtarabilirdim. Başımı çevirip Taeyong ile Jennie'ye baktım ve ölmemelerini diledim.

"Lütfen." dedi Taeyong. "Elindekileri bırak ve buradan çıkalım." Taeyeon "Peki." derken elindeki kafayı ve baltayı yere attı. Kafa yuvarlanarak ayaklarımın dibine kadar geldi ve çıplak ayaklarıma çarpıp durdu. Bu kafa aşağıdaki cesede aitti. Onu siyah saçlarından, çürümüş yanaklarından ve yerinde olmayan gözlerinden tanıdım.

Taeyeon'un kolları boşlukta sallanıyordu. Bir anlık rehavetle elimdeki şamdanı sıkmayı bıraktım. Fakat Taeyeon belinden bir silah çıkardığında şamdanı eskisinden daha sıkı tuttum. Odanın beyaz ışığı altında Taeyeon'un tuttuğu silah baltadan daha ölümcül gözüküyordu. "Bunu daha ne kadar tekrarlayacağım! Buradan kimse gidemez!" diye bağırdı. Tek söylediği buydu. "Buradan kimse gidemez!" Altında yatan gerçek neydi? Taeyeon silahını bize doğrulttu.

"Babam o müşteri ile tartışmıştı. Ben çok küçüktüm." Elindeki gümüş renkli küçük silah gözlerimin önünde parlıyordu, ondan başka hiçbir şeye odaklanamıyordum. "Adam buradan gitmek istemişti. Burası rahat değilmiş. Ormandan gürültü geliyormuş ve... Ve güzel değilmiş." Gözlerimi zorlukla silahtan ayırıp arkama döndüm ve Rosé'ye baktım. Korkusu ile arasında duran tek şey bendim.

"Adam bir silah çıkarmıştı. Tıpkı bunun gibi." Taeyeon elindeki silaha sanki onu ilk kez görüyormuş gibi baktı. "Babam adamın üzerine atlamıştı, birkaç dakika boğuştular ve sonra adam vuruldu." Taeyeon bize hikaye anlatıyor gibi davranıyordu. Sesi yumuşamış bakışları arkamızdaki pencereye sabitlenmişti. Silahı tutan eli aşağı indi. "Babam hapse girdi ve motel kapandı. O adam gitmek istedi diye." Taeyeon'un karanlık zihnine sakladığı sebep buydu.

Taeyong "Lütfen." dedi. "Korkuyoruz."

Taeyeon "Benden korkmamalısınız." dedi. "Bana saygı duymalısınız. Bu moteli ben yeniden açtım. Çok rahat bir yer artık burası."

"Tamam." dedim sakince. "Sana saygı duyuyoruz. Burası çok rahat." Taeyeon'un gözleri benimkileri buldu. Karanlık zihninin dışa vurumu olan gözlerinden vahşi bir bakış geçti. "Hayır, duymuyorsunuz!" diye bağırdı ve silahı yeniden yukarı kaldırdı. Bu kez namluyu sadece bana doğrultmuştu. Çünkü yarın sabah buradan gidecek olan bendim. İleri atıldım ve Taeyeon'un elindeki silaha sarıldım. Tıpkı anlattığı hikayedeki gibi bir müddet boğuştuk. Rosé'nin ismimi bağırdığını duyuyordum. Jennie'nin ağladığını ve Taeyong'un yardım etmek için çabaladığını görebiliyordum.

Moteli gördüğüm ilk an gelmişti aklıma. Phenomena. Olağanüstülük demekti. Aynı zamanda bilince yansıyan olay. Zaman olağanüstü bir şekilde akarken aramızdaki silah gittikçe ısındı. Sonra bir el ateş edildi. Tetiğe basan parmağın kime ait olduğunu biliyordum.

Tetiğe kim bastı?

Yine bölümü çok güzel bir şekilde yansıtan bir çalışma var medyada ve madebyvishenka'ya ait.

Bir sonraki bölüm final.

Sevgilerle, büyücünüz.

Phenomena | RosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin