zhinda| Cesetler

515 73 79
                                    

Kadının ismi Jennie'ydi kocasının ismi ise Taeyong. Yeni evlendiklerini söylemişti Jennie. İkisi de yirmi altı yaşındaydı. Jisoo'nun pişirdiği etten ve Rosé'nin baharatlı patatesinden kalanlar masanın üzerinde duruyordu. Buzdolabından bulduğumuz gazlı bir içeceği yudumluyorduk. Sanırım yaklaşık iki saattir sohbet ediyor ve eğleniyorduk. Bir ara mutfağa motel görevlilerinden biri olduğunu düşündüğüm bir adam girip çıkmıştı.

Mutfağı toplayıp odalarımıza dağıldığımızda kol saatim on biri gösteriyordu. Pencerenin önündeki tekli koltuğa oturdum. Dışarıda yağmur yağıyordu. Ağaçların dalları rüzgârla sağa sola savruluyor ve gölgesi pencereme düşüyordu. Bu motel her şeyiyle tuhaf, ilginç ve eğlenceliydi.

Uykumdan duyduğum garip tıkırtılarla uyanmıştım. Geçen gece olduğu gibi vücudum yine buz kesmişti. Parmaklarımı dahi oynatmakta güçlük çekiyordum. Zorlukla yataktan çıktım. Girişe yöneldim ve kapıyı açtım ama takırtılar koridordan gelmiyordu. Sessiz kalıp takırtının yeniden duyulmasını bekledim. Bu kez bir gürültü koptu. Pencereyi açıp aşağı baktım. Birisi yağan yağmurun altında aşağıda dikiliyordu. Sokak lambasından gelen ışıkla kişi, gecenin karanlığından sıyrıldığında Rosé'nin kırmızı saçlarını gördüm. Hızla odamdan çıktığımda Jisoo'ya haber vermeyi unutmuştum.

Koridoru koşarak geçtim ve merdivenlerden inip giriş katına ulaştım. Lobi ve resepsiyon boştu. Spor ayakkabılarım her adımda ayağımdan çıkacak gibiydi. Motelden çıkıp sağ tarafa yöneldim. Rosé benim arabamın olduğu yere doğru yürüyordu. Adımlarımı hızlandırdım. İçimden ona "Rosé!" diye bağırmak gelse de bunu yapmadım. Geçen gece internet el verdiğince uyurgezerlik hakkında araştırma yapmıştım ve uyuzgezerlik vakasında kişileri uyandırmak yerine onları yönlendirerek yatağına döndürmenin daha iyi olduğunu öğrenmiştim. Kalan kısa mesafeyi koşarak kapattım. Rosé varlığımı hissetmişti. Durdu ve benden tarafa döndü. Teni çok soluk duruyordu, neredeyse müzedeki taş bir heykel gibi renksiz ve duygusuzdu. Gözlerini kırptı ve başını yana yatırdı. Yavaşça kolunu tuttum fakat elimi itti.

Onu yatağına nasıl döndüreceğimi bilmiyordum. Motelden yaklaşık elli metre uzaktaydık. Rose ağaçların arasında kaybolurken peşinden koştum. Artık tamamen ay ışığının altındaydık. Rosé'nin ayağına baktım. Ayakkabbısı bile yoktu. Yerdeki kuru otlar, dallar ve taşlar muhtemelen canını yakıyordu ama bunu uyandığında hissedecekti. Daha fazla ilerlemesine izin veremezdim.

"Rosé?" dedim sakin bir sesle. Yağan yağmurla ıslanmış saçları artık yüzüne yapışmıştı. Bana baktı ama hiçbir şey söylemedi. "Yatağına dönmek ister misin?" diye sordum ama cevap alamadım. Sadece dönüp yürümeye devam etti. Ağaçların arasında yırtıcı bir hayvan olabilirdi. Ormandan gelen ve yiyecek için anayola kadar inmiş bir kurt belki de bir ayı... İhtimaller fazlaydı ve olasılıkları yüksekti. Bir şimşek çaktığında Rosé sıçradı ve onu sakinleştirmek için elini tuttum. İhtimaller arasına yıldırım düşme ihtimali de eklenmişti şimdi. Yağan yağmura ve başımıza gelebilecek tüm kötü ihtimallere karşı Rosé'nin elini tutmaya devam ettim ve biraz daha yürüdük. Yarı ay ışığının altında yarı gölgedeydik.

Ayakkabılarımı çıkarıp ona giydirmeyi düşünürken Rosé'nin durması ile ona baktım. Uyanmış mıydı? Elimi bırakıp yere eğildi, kuru ağaç dallarının ve otların arasına elini soktu. Sonrasında her şey dehşet verici bir hızda gerçekleşti. Rosé bir şeyi çekiştirdi. O sırada güçlü bir şimşek bizi aydınlattı, Rosé'nin çekiştirdiği cesedi ve diğerlerini gördüm. Korkmuştum ve midem hareketlenmeye başlamıştı. Rosé hala cesedi çekiştirmeye devam ediyordu. Onu tutup geriye çektim. Güçlü bir koku burnuma dolmuş ve içimde öğürme isteği uyandırmıştı. Çürümüş etin ve ona gelen kemiricilerin, haşerelerin kokusu toprak kokusunu bastırıyordu. Elimi ağzıma ve burnuma kapadım.

Gördüklerim zihnime saldırıyordu. Bir satranç oyunundaki piyonlar gibi saldırının şiddetini üstlenenler cesetlerdi. Arkada tek sıra halinde dizilmiş güçlü taşlar ise burada bana hükmeden gerçek üstü ve tuhaf hislerdi. Hepsi birleşmiş ve piyonlara saldır emrini vermişti. Bu çarpık oyunda arada kalmıştım. Buradaki her şey, tüm o gizem ve tuhaflık, motel... Tablonun bir parçasıydı. Buradan hemen uzaklaşmalıydık. Rosé'nin elinden tuttum ve ona seslendim. "Rosé, uyan!" dedim şiddetle. Rosé'nin ağzından bir mırıltı çıktı. Nasıl olur da uyanmazdı? Bu cesetler, ormana hakim olan dehşet... Bunları gören bir tek ben olamazdım. Rosé'yi kucağıma aldım ve cesetlere arkamı döndüm. O sırada şiddetli bir şimşek ortalığı aydınlattı ve hemen ilerideki Taeyeon'u gördüm. Elinde tuttuğu bıçak ay ışığıyla parlıyordu.

Arkadan Frozen Epica çalıyor, duyabiliyor musunuz? Medyadaki çalışma bölümü o kadar iyi yansıtıyor ki, sanki poliackova bu bölüm için yapmış. Umarım bölümü sevmişsinizdir. Görüşlerinizi bekleyeceğim.

Akşam yeni bir bölüm atacağım, beklemede kalın lütfen.

Sevgilerle, büyücünüz.

Phenomena | RosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin