✖️Papatya.
Uğultular beynimin dört bir yanında kol gezerken görebildiğim tek şey, odamın bir kenarında telâşsız duran, babamın düğün için özenle hazırlattığı takımımdı. Şimdi yatakta öylece uzanırken, o mühim tanışma ardından geçen bir haftanın kritiğini yapıyordum zihnimde. Gece saat kaçtı bilmiyordum. Ellerimi, son kez yalnız başıma uzandığım yatağımda, ensem altında birleştirmiş; ardından derin bir soluk vererek uzun kirpiklerimi altta kalan küçükleri ile kavuşturmuştum.
Hep aynı görüntü geliyordu aklıma. Önce, adının papatya olduğunu öğrendiğim -ülkemde hiç yetişmediğinden bilmezdim- çiçeklerden yapılma tacı. Sonra annesine muhtaç bir çocuk gibi tacını sarmış o sarının altına çalan tonunu ezberlediği aşikâr kıvrık tutamları. O tutamların daha önce görmediğim güzellikten bir çift gözü öpüşü... Aklımı yitirmiştim. Berbat hissettiriyordu. Bir erkeğin bu denli güzel olması doğru muydu?
Birkaç melek onu gördüğünde kanatlarını kırarak ağlamış olmalıydı. Olağanüstüydü.
Bu dağılmışlık hissine papatyalara olduğu kadar yabancıydım. Saraya dönmemin ardından geniş kütüphaneme inip onlar hakkında okumuştum, nasıl iklimde büyüyebileceklerini de öğrenmiştim. Fakat, ne yaptımsa geçmiyordu. Aklımı dağıtamıyordum. Göğsümde bir şey oturuyordu, kıçını kaldırıp gitmesi için bir nefes bırakıyordum sinirle, fakat aksine, göğsüme hiç çekmediğim mis kokusu dökülüyordu ardı arkası kesilmeden. Papatya mı kokuyordu? Papatya nasıl kokuyordu?
Bu aptallık her neyse, bitmeliydi. Canımı sıkıyordu.
Bu küçük papatya canımı sıkıyordu.
Hem, saçları neden okşuyordu o solmaya yüz tutmuş papatyaları?
Ah, papatyalardan nefret ediyorum.✖️
Gözlerimi sızlatan gün ışığı siyah perdeleri aşıp karanlık odama nasıl sızmayı başarmıştı bilmiyordum fakat, ağzımdan alalâde savurduğum bir küfür ve ovuşturduğum tek gözümle yatağımdan zorlukla doğrulmuştum. Tek gözümü aralayıp ışığın geldiği yöne bakarken dikkatim dağılmış ve bugün düğün günüm olduğunu hatırlayarak yüzümü yastığa söylene söylene tekrar gömmüştüm. Tanrı aşkına, evleniyordum. Bu yatakta yalnız uyandığım son sabahtı. Daha sesini dahi duymadığım bir çocuğu yanıma yatıracaktım. Yüzümü usulca çevirip boş olan yastığa göz ucuyla bakarken, ona dağılacak sarı tutamları düşünürken bulmuştum kendimi. Bu canımı öyle sıkmıştı ki yastığa bu defa kendimi boğmak için yaslamıştım yüzümü. Bir süre nefessiz kaldıktan sonra pes ederek ayağa kalkmış ve birkaç hizmetçinin içeri girip hazırlanmamı sağlamasını beklemiştim.
Siyah ceket omuzlarıma düştüğünde dışarıda kutlamalar çoktan başlamış, sarayın koca bahçesi karlardan arındırılarak daha önce hiç görmediğim bir görünüme kavuşmuştu. Göz ucu ile bakmıştım yakınlarımdaki pencereden. Her yer neşe içindeydi, kar bu defa hiçbir duyguyu gizleyemiyordu. Halk krala içten dileklerini sunuyor, mârifetlerini göstermeye yeltenenler bile oluyordu. En önemlisi de, insanların yüzlerine baktığımda içten bir gülümseme görüyordum. Sarayın içindeki hayata dahil olmayan "içten ve samimi".
"Bu da nereden çıktı?" Sakin bir ses tonu ile söylemiştim beni hazırlayan hizmetliye, elime sıkıştırılan broşu öylesine incelerken. Karşılığında aldığım cevap kafamı karıştırsa da onaylamıştım onu.
"Camın kenarında duruyordu, bu not bırakılmış yanına. Takmanızı istediği yazınca, babanızdan diye düşündüm."
Broş sonunda göğsümün sol tarafına iliştirildiğinde aynada son görüntüme bakmış, baştan ayağa gözlerimi süzmüştüm. Hizmetliler odadan bir bir çıkarken, ben de kalabalık salona inmek için hareketleniyordum ki, son defa ceketimi düzeltmek adına parmaklarımı broşa sürtmüş ve aynadaki yansımasına bakıp dudaklarımı aralamıştım. Tek kaşım anlam verememekten havalanırken, irislerimi okşayan küçük papatya desenleri kaşlarımı çatmama sebep olmuştu.
"Uyurken odama girmiş olamaz, değil mi..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
prickly prince┇yoonmin
FanfictionTanrı'nın doğası vahşidir, Jimin. Sen, değilsin. / Slow update.