✖️Kutsal Uykular.
Sabahın ilk ışıkları ormana gizlediğim evimin perdelerinden içeri girmek için can çekişirken tek gözümü aralamıştım.
Burnuma dolan mis koku, duyu organlarımı harekete geçirirken etrafıma bakınmış, sönmeye yüz tutmuş kor ateşi gördüğümde salondaki geniş kanepede yattığımı anlamıştım. Üzerime örtülü kalın battaniyeyi buraya benim getirmediğimi biliyordum. Yan tarafıma doğru uzanan boş koluma baktım.
Orada kimi uyuttuğum açıktı.
Şüphesiz ki, şu an mutfakta elleriyle sabah öğünümüzü hazırlayan küçük çocuğun yastığı olmuştu kolum.
Bu koca battaniyeyi de üzerime örtmüştü bulup, şimdi de benim için hazırlıyordu yemekleri. Bu his çok yabancı hissettirmişti. Halktan biri olsaydım dedim içimden, halktan olsaydım; küçücük bir evde annemin hazırladığı kahvaltı kokusuna kalkacak kadar şanslı olsaydım. Herkes prens olmayı diler, herkes kral olmayı tanrısallaştırır gözünde.
Bana göre ise, kral da hiçtir, tanrı da.
Üst kesime soylu derler; asıl soysuz onlardır ve türlü kurnazlıklar ile masumlar üzerinde oynadıkları ölüm oyunlarından zevk alacak kadar kalleştirler.
Ben bir kalleşim, bir caniyim. Kalbim kara benim. Fakat kara kalbimin üzerinde dönüp duran kara bulutları göremiyorum artık. Aklımda yalnızca ölüm kurşununu taşımıyorum. Her düşündüğümde sancıyan başımı ellerim arasına almıyorum artık. Öldürmek, beni ikinciye düşündürüyor.
Aklımda düşüncelerle üzerimden çıkartamadığım binicilik takımlarımı düzeltip mutfağın olduğu geniş odaya holden yürüyerek ulaştım. İlerlerken git gide artan kızarmış ekmek kokusu, mutfağın kapısına vardığım an ciğerlerimi okşamıştı en içten.
Oradaydı. Arkası bana dönüktü. Saçları kıvır kıvırdı, altın tutamları dudağımın bir yanını kıvırmama sebep vermişti. Masanın yarısını, nereden bulduğunu bilmediğim onca yiyecekle donatmıştı.
''Prens Minnie.''
Ona seslendiğim vakit yerinde hafifçe sıçramış bana çabucak dönerken gözlerini kocaman açmıştı. Tanrı aşkına, gerçekten güzeldi. Onu her gördüğümde bu cümle içimden geçmezse olmuyordu. Düne göre sağlıklı göründüğü için minnettârdım inanmadığım tanrıya.
''Prensim...''
Elinde sıkıca tuttuğu küçük kavanozu saklar gibi yaptı. Bunun nedenini deli gibi merak ettiğimden ona doğru birkaç adım yaklaştım. ''Bir şeyler mi karıştırıyorsun?'' Tek kaşım havalanırken merakla onu beklemiştim.
''Hayır, efendim. Yalnızca...'' Küçük kavanozu bana doğru uzatıp gösterdi. Ellerinin üstü kızarık içindeydi. Kavanozdan çok bununla ilgilenmişti zihnim.
''Sabah biraz dolanmak için bahçeye çıktım, hem Minas ile diğer cici ata mama verdim.''
Sağ elini avucuma almıştım, o ise hareketimle biraz duraksasa da sözlerine devam etmişti.
''Sonra küçük ağacın orada bir bal kovanı gördüm... Evde de yiyecek bir şey olmadığı için çok fazla, balı sizin için toplamak istedim. Yoksa nasıl doyacaksınız ki?''
Baş parmağım, kavradığım elin üzerinde gezinirken hoşnutsuzca söylendim. ''Canının yanması benim midemden önemli mi? Sen kafayı mı yedin?''
Gözleri başka bir yere döndüğünde, yanağının üzerindeki şiş kızarıklığı görüp sinirle nefesimi bırakırken gerçekten bu çocuğun aptallığından delireceğimi düşünmüştüm. Ama o an bunu düşünmemi engelleyen bir şey oldu. O bana şu sözleri söyledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
prickly prince┇yoonmin
FanficTanrı'nın doğası vahşidir, Jimin. Sen, değilsin. / Slow update.